Gelisiyorum.com | Blog

Bazen tek ihtiyacımız olan, cesaretle ilerlemektir

28.02.2025
18
Bazen tek ihtiyacımız olan, cesaretle ilerlemektir

Bazen karanlık içimizi sarar. Her şey bulanıklaşır, ağırlaşır ve çıkış yolu görünmez olur. Kimi zaman bu karanlığın içinden geçip gitmeyi başarırız; kimi zamansa oraya kök salar, sanki başka bir ihtimal yokmuş gibi kendimizi hep aynı döngünün içinde buluruz. Bu karanlık, çoğu zaman yalnızca dışsal bir etkenin ya da olayın sonucu değil; içsel bir eksikliğin, duygusal yoksunluğun bir yansımasıdır. İçsel boşluk ve bir tür duygusal açlık her şeyin kararmasına yol açar. Kendi içimizde kaybolmuş, bir yerlerde bir şeyler eksiktir, bir şeyler yanlış gider. Kimi zaman bu duygusal yoksunluk, tam da karanlıkta kaybolmuşken en derin şekilde hissedilir. Çıkış yolu görünmez olur. Çünkü içimizdeki boşluğu doldurmak, bazen en zor şey gibi gelir.

Peki, böyle anlarda siz ne yapıyorsunuz? Çıkış yolu arıyor musunuz, yoksa farkında olmadan kendinizi aynı döngüye tekrar ve tekrar mı hapsediyorsunuz?

Karanlık ruh hali bana Soul filmindeki bir sahneyi hatırlatıyor: Filmde, karakterler hayattan kopuk olmanın, içlerindeki ışığı kaybetmenin yansımasını yaşıyordu; kaybolmuş ruhların olduğu bir yer vardı. Bu ruhlar, hayata dair tüm umutlarını yitirmiş, bir zamanlar parlayan ışıklarını unutmuşlardı. Onlar için dünya, artık sadece gri ve donuk bir yerdi. İçinde kayboldukları düşünceler bir gölge gibi üzerlerine çökmüş; onları ağır, biçimsiz, devasa yaratıklara dönüştürmüştü. Kendi karanlıkları içinde savruluyor, her şeyin anlamsız olduğunu düşünerek ışığa gözlerini kapatıyorlardı. Ancak kaybolmuş ruhlardan biri, gerçekte kim olduğunu ve içindeki ışığı hatırladığı anda etrafını saran o karanlık kabuk çatlamaya başlıyordu. Zihnini saran ağır sis dağılıyor, gözleri yeniden parlıyordu. Çünkü aslında o karanlık, gerçek değildi. Gerçek olan, içindeki ışığı görebildiği andı. Ve bu ışık hep oradaydı, sadece ona ulaşmayı unutmuştu.

Aslında karanlığın kendisi değil, bizim onun içinde nasıl kaldığımız belirleyicidir. Çünkü karanlıkta kalmanın da iki farklı yolu olduğuna inanıyorum: Biri geçici bir durak, diğeri ise çıkışı olmayan bir labirent gibi. İlkinde, zaman zaman içine düştüğümüz ama bir şekilde çıkış yolunu bildiğimiz bir karanlık vardır. İçimizde bir ağırlık hissettiğimizde; bazen bir kitap okuyarak, bazen bir dostumuzla konuşarak, hatta bazen de sadece durup geçmesini bekleyerek o ağırlığı hafifletebiliriz. Evet, karanlık gelir ama oradan çıkabileceğimizi biliriz. İkincisinde ise insan, içine kök saldığı ve hatta zamanla benimsediği derin bir boşluğa hapsolur. Sanki oradan çıkarsa kendini kaybedecekmiş gibi hisseder. Bu duygusal yoksunlukla şekillenen bir boşluktur; bir yerden çıkmak yerine, insan bu boşluğu bir tür kimlik haline getirir. Böyle kişiler için mutluluk bir tehdit gibidir; çünkü geçici olduğuna inanırlar. Karanlık onlar için tanıdıktır, güvenlidir. Ama bu, tek gerçeklikleri olmak zorunda değil. Karanlık, ışığımızı unuttuğumuzda güç kazanır.

Oysa ışık hiçbir zaman kaybolmaz. Biz sadece ona ulaşmayı hatırlamamız gerektiğini unuturuz. Bu unutkanlık, bir noktada gerçekliğimizi kaybetmeye de yol açar. İçsel ışığımıza ulaşmak için gösterdiğimiz çaba bazen yetersiz kalır ve karanlıkla sarılmış bir dünyada sıkışıp kalırız. Fakat bu, gerçeği tamamen kaybettiğimiz anlamına gelmez. Gerçek hala varlığını sürdürür, yalnızca onu tekrar keşfetmek için doğru yolu bulmamız gerekir.

Reklam

Gerçeklik dediğimiz şey, sadece bildiklerimizden mi ibaret? Ya gördüklerimiz yalnızca bir yanılsamaysa?

Platon’un ünlü Mağara Alegorisi, birçoğunuzun bildiği gibi insanın bilgiye ve gerçeğe ulaşma sürecini anlatan en güçlü metaforlardan biridir. Hikaye şöyledir:

Bir grup insan doğduklarından beri karanlık bir mağaranın içinde zincirlenmişlerdir. Başlarını bile çeviremezler, sadece mağaranın duvarına yansıyan gölgeleri görebilirler. Bu gölgeler, mağaranın girişinde yanan bir ateşin önünden geçen nesnelerin yansımalarıdır. Ama mağaradakiler için bu gölgeler, gerçekliğin ta kendisidir. Çünkü doğduklarından beri bildikleri ve gördükleri tek şey onlardır. Bir gün, içlerinden biri zincirlerinden kurtulur ve mağaranın dışına çıkar. İlk başta gün ışığı gözlerini kamaştırır, gerçek dünyayı görmekte zorlanır. Ancak zamanla gözleri alışır ve fark eder ki mağaradaki gölgeler, sadece gerçek dünyanın soluk bir yansımasıdır. Gökyüzünü, doğayı ve güneşi görür ve asıl gerçeğin bu olduğunu anlar. Bunun üzerine, mağaraya geri dönüp diğer insanlara bunu anlatmak ister. Ama mağaradakiler ona inanmazlar, hatta onu deli sanıp tehdit olarak görerek reddederler. Çünkü onlar için gerçek; yalnızca o gölgelerden ibarettir.

Peki acıyı reddetmeden, onun içinde kaybolmadan nasıl yol alabiliriz? Ve eğer o karanlık içimizdeyse, onu dönüştürmek mümkün mü?

İçsel gücümüze ulaşmak bazen zorlu bir süreç gibi görünse de, bu yolculuğu başlatmak için büyük adımlar atmamıza gerek yoktur. Her şeyden önce bize tanıdık gelen o karanlığı ‘’kabul etmek’’ çok önemlidir. Evet o, bizim içinde bulunduğumuz anın bir parçasıdır. Ancak bu, onun gerçekliğimizi tanımlamasına izin vermek zorunda olduğumuz anlamına gelmez. Bu kabul, ışığımıza yönelmenin ilk adımıdır. Onunla yüzleşirken, ona karşı bir direnç geliştirmek yerine; ona sadece yer açmak, ‘’Evet, ben şu an zor bir yerdeyim.’’ demek bile içsel bir rahatlık sağlayabilir. Her şeyin içinde bulunduğu haliyle kabul edilmesi; iyileşmenin, çıkışın bir başlangıcı olabilir.

Küçük ama anlamlı dokunuşlar da bu süreçte oldukça etkilidir. Belki sadece bir an durup derin bir nefes almak gerekir. Bedeni ve zihni sakinleştiren bir nefes, bazen en karanlık

anlarda bile bir rahatlama yaratır. Kendimize bu küçük molayı hediye etmek, anın baskısını hafifletebilir.

Bir diğer önemli nokta da; karanlığın içinde yalnızca kendimize değil, etrafımızdaki insanlara da ihtiyaç duyduğumuzu hatırlamak. İçsel ışığımıza ulaşmak her zaman tek başımıza gerçekleştirebileceğimiz bir şey olmak zorunda değildir. Yanımızda bizi anlayan, varlıklarıyla karanlığımızı aydınlatan insanlara ihtiyacımız vardır.

Mağara alegorisinde olduğu gibi; bizler karanlıkta zincirlenmiş olabiliriz ancak bir kişinin bile mağaradan çıkıp, diğerlerine ışığını gösterebilmesi kolektif bir farkındalık yaratabilir. Buradaki en önemli şey, diğer insanları “ikna etmek” değil, yanımızdaki birinin varlığının bu yolculukta ne kadar kritik olabileceğini fark etmektir. Bir insanın varlığı, bir elin uzanması, sadece var olup yanında durması bile, karanlıkta kaybolmuş olanların yönlerini bulmalarına yardımcı olabilir. Ve bu karşı tarafa düşündüğünden çok daha büyük bir güç verebilir. Kimse bizim yerimize ışığa yürüyemez. Ama bazen biri bize yolu gösterebilir. Sessizce yanımızda durabilir. Bizi zorlamadan, sadece varlığıyla hatırlatabilir. Bazen tek ihtiyacımız ve bize en iyi gelecek şey budur. İşte bu yüzden; “Seni görüyorum.” Seni anlıyorum ve acını hissediyorum; diyebilmek çok önemlidir.

Kendi içindeki ışığı hatırla

Küçük dokunuşlar büyük farklar yaratır ve bazen dönüşüm, en ufak bir adımla başlar. Işığa ulaşmak zor olabilir ama bu, onun değersiz olduğu anlamına gelmez. Her karanlık, içinde bir parıltıyı taşır; önemli olan, onu hatırlamak ve içimizdeki potansiyeli yeniden fark etmektir. Santiago’nun, yolculuğuna çıkarken aradığı hazineyi bulma umudu; ona karanlıkların içinde ilerlemesi için gerekli cesareti vermişti. Ancak bu yolculuk, yalnızca bir hedefe ulaşmaktan ibaret değildi; attığı her adım, onu kendine daha da yaklaştırdı, içindeki ışığı keşfetmesini sağladı. Tıpkı bizim içsel yolculuğumuzda olduğu gibi; karanlık, yalnızca bir engel değil, aynı zamanda kendimizi daha derinden tanımamızı sağlayan bir fırsattır. Ve aslında, ışığımıza ulaşmak için dış dünyada bir harita aramaya gerek yoktur—çünkü o ışık zaten içimizde.- Bazen tek ihtiyacımız olan, cesaretle ilerlemektir.

İlginizi çekebilir: Gerçekten birlikte miyiz?

Kaynak

BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.

Gelisiyorum.com | Görsel Eğitim Akademisi!