
Ölümünün 7. yıl dönümünde: Mac Miller
Malcolm James McCormick, sahne adıyla Mac Miller, 26 yıllık kısa ömrüne 7 stüdyo albümü (LP), 2 EP ve 13 mixtape sığdırdı. İçindeki çocuğu yaratıcılığının yakıtı yapmış, müziğiyle hem kendi jenerasyonunun takdirini kazanmış hem de içinde bulunduğu döneme ismini kazımış bir sanatçıydı. Sadece hip-hop türünde değil, neo-soul ve pop rap gibi farklı türlerde de derin izler bıraktı.
Bu yazıyı kaleme almamın temel nedeni, Mac Miller hakkında Türkçe kaynaklarda yeterince içeriğin bulunmaması. Böylesine bir artistin kariyerini, hayatını ve müziğini irdelemek sadece magazinsel bir katkı sağlamayacak, aksine sanat anlayışını geliştiren bir yol açacak. Her sanatçı farklı bir yoldur çünkü.
Çocukluk yılları
Mac Miller’ın müzikle tanışması çok erken yaşlarda başladı. Henüz 5 yaşındayken Hanuka hediyesi olarak aldığı klavyesiyle müziğe olan tutkusunu keşfetti. Çocukluğunda kendi çabalarıyla piyano, gitar, bateri ve bas çalmayı öğrenmeye başladı. Bu yıllarda R&B, neo-soul türlerinde vokalist olmayı düşünse de 14 yaşında rap yapmaya başladı. 15 yaşına geldiğinde ise tüm odağını rap müziğe verdi. Kendi ifadesiyle:
“15 yaşına geldiğimde bu işi ciddiye aldım ve hayatımı tamamen değiştirdi. Önceden sporla ilgilenirdim, tüm sporları yapardım. Ama hip-hop’ın neredeyse bir iş olduğunu anladığımda, tüm odağım bu oldu.”
İlk adımlar
2007 – But My Mackin’ Ain’t Easy (Mixtape)
Easy Mac (aka EZ Mac) adıyla yayınladığı ilk proje. 15 yaşındaki bir çocuğa göre oldukça basit ama iyi sözler ve referanslar içermekte. (Örneğin: “I start wars like Star Wars.” veya “I’m a junior but I rap like a veteran.”)
Mixtape içerisinde Nas, JAY-Z gibi isimlerin de altyapıları kullanılıyor.
2008 – How High: The Mixtape
Beedie ile The Ill Spoken adı altında duo oldular. Kısa süre sonra solo kariyerlerine odaklanmak için ayrıldılar. 72 dakikalık bir mixtape ve dinlemesi fazlasıyla yorucu.
2009 – The Jukebox: Prelude to Class Clown (Mixtape)
Mac Miller adını kullanmaya başladığı mixtape. Daha “pop” ve eğlence dünyasına göre müziğini konumlandırma denemesi denilebilir. Most Dope felsefesinin temellerini ilk burada gözlemliyoruz. 70 dakikalık bir dinleme süresine sahip.
2009 – The High Life (Mixtape)
Cloud rap ve trap müziğin ilk örneklerinden beslenen Miller, bunları boom bap ve jazz rap türleriyle harmanlarken kendi özgünlüğünü de dinleyiciye hissettiriyor. Wiz Khalifa kendisinin bir parçasında bulunarak büyük bir destekte bulunuyor (umarım bu tarz jestleri gelecekte ülkemizde de görebiliriz). 67 dakikalık bir proje. 16 sene önce insanların odak süresi bu denli kaybolmamış demek ki.
“Mac Miller Diye Bir Çocuk Çıkmış Kanka”
2011 – K.I.D.S. (Mixtape)
İsmini ve kapaktaki tipografisini K.I.D.S. adlı filmden alan, Mac Miller’ın çıkış yakaladığı mixtape. Gençliğin verdiği enerji ve özgüveni en iyi temsil eden işlerden denilebilir. Mac Miller, K.I.D.S. filmi için “Fazla demode ve gerçeği yansıtmıyor, bu yüzden kendi albümümle filmin çok benzerlik taşımıyor.” ifadelerini kullanmıştır. Mac Miller’ın sık sık kullandığı Most Dope yaklaşımını en iyi sergileyen iş.

2011 – Blue Slide Park (LP)
Pittsburgh Frick Park‘taki bir oyun alanının adını taşıyan, Mac Miller’ın ilk stüdyo albümü. Çıktığı dönem müzik otoriteleri tarafından çok ağır eleştiriler aldı. Albümün Billboard 200 listesinde zirveye çıkması, onun ana akım endüstrinin desteği olmadan da kendi yolunu çizebilen, kararlı ve özgüvenli bir isim olduğunu kanıtladı. 1995’ten bu yana bağımsız bir çıkış albümünün zirveye çıkması, onun için hem kişisel hem de kariyer anlamında büyük bir zaferdi. Bugünlerde ise albüme adını veren park ve mavi kaydırak, Mac Miller hayranları tarafından sıkça ziyaret ediliyor.
Şahsi bir gözlemim: Travis Scott’ın çocukluğunda gittiği Astroworld’ü bir müzikal evrene dönüştürmesinin önünü açmış olabilir.
2012 – Macadelic (Mixtape)
Macadelic ile Mac, daha karanlık ve içe dönük temalara yönelmeye başladı. Bu mixtape, onun zihinsel durumundaki değişimleri ve bağımlılıkla ilgili ilk ipuçlarını barındırıyordu.
Dönüşüm ve Bağımlılık
2013 senesi, Mac Miller’ın müzikal ve kişisel evriminde çok önemli bir sıçramayı temsil ediyordu. Prodüktör kimliği Larry Fisherman‘ı benimsemesi, onun müziğin mutfağına olan ilgisini ve kendi sanatsal vizyonunu daha fazla kontrol etme arzusunu gösteriyordu.

2013 – Watching Movies with the Sound Off (LP)
Albüm, Mac’in deneysel yönünü ve içe dönük temasını pekiştirdi. Bu albümün yapım sürecinde efsanevi prodüktör Rick Rubin‘in Malibu’daki ünlü sanatçı evinde kalması, onun sanatsal arayışının ve olgunlaşma sürecinin önemli bir parçasıydı. Bu inziva, ona dış dünyadan izole bir şekilde müziğine odaklanma ve deneysel sesler keşfetme fırsatını sundu. Rubin’in minimalist yaklaşımı ve sanatçıya tam özgürlük tanıyan ortamı, Mac Miller’ın sonraki projelerindeki daha soyut ve içe dönük sound’unun gelişiminde kilit rol oynadı.
Bu dönem, onun sadece bir rapçi olmaktan çıkıp, çok yönlü bir müzisyen ve prodüktör olarak kimliğini pekiştirmesine olanak tanıdı. Albümün kült statüsü, Travis Scott’ın bir müzik dükkanında Yeezus CD’si alacakken Watching Movies with the Sound Off CD’si alırken video çekmesi gibi küçük ama anlamlı anlarla da pekişti. Bu, Mac’in akranları arasında bile ne kadar saygı gördüğünün bir göstergesiydi.
Kozadan Çıkış
2014 – Faces (Mixtape)
Faces mixtape’i, Mac Miller’ın bağımlılıkla mücadelesinin en açık ve ham haliydi. Bu dönemde kişisel olarak oldukça zor zamanlar geçiriyor, müziği aracılığıyla içsel çatışmalarını ve acılarını dışa vuruyordu. Mixtape’in teması, zihinsel sağlık sorunları ve madde bağımlılığı üzerineydi. Bu, hayranları için onun en samimi ve kırılgan hallerinden biriydi.

2015 – GO:OD AM (LP)
Bu albüm, Mac Miller’ın bağımlılıkla mücadelesinde daha umutlu ve pozitif bir döneme girdiğinin sinyallerini veriyordu. Albümün adı bile “Good Morning” (Günaydın) anlamına gelen bir kısaltmaydı ve bu, onun hayatında yeni bir başlangıç yapma arzusunu yansıtıyordu. Bu dönemde daha enerjik ve dışa dönük bir karakter sergiliyordu, sanki karanlık bir tünelden çıkmaya çalışıyordu. Hayranları, onun bu yeni enerjisini ve iyileşme çabalarını takdirle karşılıyordu.
Aşk
2012 yılında Ariana Grande ile yolları kesişen Mac Miller, The Way parçasında yer alıyor. O zamanlar bir ilişkileri olmasa da klibin sonunda ikili öpüşüyor ve 4 sene sonra sushi restoranında tekrar görüntüleniyorlar. İlişkileri ve Mac Miller’ın hissettiği duygular ise The Divine Feminine‘i doğuruyor.
2016 – The Divine Feminine (LP)
Albüm, Mac Miller’ın kişisel hayatındaki en önemli ilişkilerden birini, Ariana Grande ile olan birlikteliğini yansıtıyordu. Albümün teması, aşk ve romantik ilişkiler üzerineydi. Bu dönemde Mac, ilişkisinden ilham alan, daha hassas, romantik ve duygusal bir yönünü ortaya koyuyordu. İlişkisi, magazinsel olarak da sıkça gündeme geliyordu ve bu durum onun özel hayatının kamuoyu önünde yaşanmasına neden oluyordu. Bu yoğun ilgi, zaman zaman ilişkileri üzerinde baskı yaratıyordu.
Kırgınlık
Ariana Grande ile ilişkisi biten Mac Miller, çözümü müzik yapmakta buldu.

2018 – Swimming (LP)
Ölümünden kısa bir süre önce yayınlanan bu albüm, Mac Miller’ın en kırılgan ve içsel mücadelelerini yansıtan eserlerinden biriydi. Ariana Grande ile olan ayrılığı ve bu ayrılığın ardından gelen kamuoyu baskısı, onun ruh halinde derin izler bırakmıştı. Albüm, depresyon, bağımlılık ve yalnızlık gibi temaları işlerken, aynı zamanda iyileşme ve kabullenme arayışını da barındırıyordu.
Bu dönemde Mac, iç dünyasıyla yüzleşen, acılarını müziğine döken ancak yine de bir çıkış yolu arayan, olgunlaşmış ve derinleşmiş bir karakter sergiliyordu. Tüm olumsuzluklara rağmen mücadeleyi yüzmeye benzetiyordu ve bunu sözlerinde katmanlayarak bizlere sunuyordu. Hayranları, onun bu samimiyetine büyük bir empatiyle yaklaşıyor, sosyal medyada ve forumlarda (Reddit gibi) onunla ilgili kişisel anılarını ve destek mesajlarını paylaşıyorlardı.
7 Eylül 2018
Amerika Birleşik Devletleri saatine göre sabah saat 08.15’te, rapora göre, Mac’in asistanı onu yatağında “dua eder” pozisyonunda, yani yüzü dizlerine yaslanmış bir şekilde öne doğru diz çökmüş halde hareketsiz bulmuş. Asistan, 911’i aradığında zaten “morarmış” olduğunu belirtmiş.
Burnunun köprüsünde 1/4 inçlik bir sıyrık vardı ve bir burun deliğinden kan geliyordu. Mac’in cesedinin yakınında, komodinde boş bir alkol şişesi bulundu. Banyoda bir şişe reçeteli ilaç bulundu. Polisler, Mac’in sağ cebinde beyaz toz kalıntısı olan sarılmış bir 20 dolarlık banknot buldu.
Posthumous Dönemi
2020 – Circles (LP)
Mac Miller ölmeseydi Swimming in Circles adıyla Swimming’le birleşik ya da devamı olarak yayınlanacak projesi. Yarım kalan işleri, “Sil Baştan” adlı filmin soundtrack’lerini de yapan Jon Brion üstlenip tamamladı ve 21. yüzyıl içerisindeki en iyi neo-soul albümlerinden birisi ortaya çıktı.
Bu albüm için somut ve nesnel yorumlar yetersiz kalıyor. “That’s On Me” parçasını şubat ayında sabahın 6’sında Ankara ayazında işe giderken dinliyordum; fazla öznel bir yorum ama şarkıyı dinlerseniz size de o tekinsizliği hissettirebilir.
2025 – Balloonerism (LP)
Mac Miller’ın Faces’ı yaparken askıya aldığı projesi. Çocukluğunu, deneyimlerini dinleyiciye yaşatmaya çalışıyor. Alter ego’su Delusional Thomas’tan da izler taşıyor. 10 sene önceki Mac Miller’ı daha iyi anlamamızı sağlıyor. Neşe ve endişe arasında git geller ise o dönem hissettiği boşluğu gözler önüne seriyor.
Etkileşimler ve Yaratıcılığının Derinlikleri
Mac Miller’ın müzikal etkileşimleri oldukça geniş bir yelpazeye sahipti. Big L, Lauryn Hill, The Beastie Boys, Outkast ve A Tribe Called Quest gibi isimleri ilham kaynakları arasında sayıyordu. Angel Dust şarkısının nakaratı So Fresh, So Clean parçasını anımsatıyor bana. Wiz Khalifa‘yı ise bir abi gibi görüyordu ve bu dostluk müziklerine de yansımıştı. Cömertliği pek çok genç yeteneğin önünü açmasına da yardımcı oldu.
Müzik her ne kadar subjektif ve öznel bir alan olsa da Mac Miller, sözleriyle, yaşam tarzıyla ve davranışlarıyla milyonlarca insanı etkilemiş bir artist. Ölümünün 7. yıl dönümünde kendisini saygıyla anıyoruz.