Gelisiyorum.com | Blog

Bizi yaralayan ve hafızamıza kazınan aşklara neden tutuluyoruz?

02.05.2025
23
Bizi yaralayan ve hafızamıza kazınan aşklara neden tutuluyoruz?

Yeni yazımın konusu ne olsun diye düşünüyordum ki birden aklıma bu toksik ilişkilere olan hayranlığım geldi.

Bahsettim mi bilmem, yeni bir diziye başlayacağımda özellikle son zamanlarda hep kararsız kalıp eski dizileri izlemeye başlamış olarak buluyorum kendimi. Halbuki bir tek Netflix’te en az 30 tane izlemek isteyip de hala başlayamadığım dizi vardır inanın. Diğer platformlardan bahsetmiyorum bile düşünün…

Benim bu durumlarda çoğunlukla kendimi izlerken bulduğum dizi elbette ‘Friends’ oluyor. Bu dizi ile ilgili yıllar önce yazdığım yazıyı buradan okuyabilirsiniz bu arada. Belki de 5000 kere izlemiş de olsam, her repliğini ezbere de bilsem, yine de tilkinin dönüp dolaşacağı yer kürkçü dükkanı misali benimle Friends arasındaki ilişki. Tamam tamam, mübalağa sanatı yapmış olabilirim ama inanın 50 kereden az izlememişimdir ben bu diziyi.

Geçen gün ne izlesem diye düşünürken, aniden ‘Küçük Sırlar’ aklıma geldi. Oradaki esas başrol kızı ve oğlanı değil de, tam bir toksik ilişki yaşayan Arzu ve Ali’nin aşkıydı hep beni çeken. Diziyi, verildiği yıllarda izlemiştim ve yıllar sonra aklıma gelmişti yeniden. Tamam hatırlıyordum inişli çıkışlı bir ilişkilerinin olduğunu ama merak ettim doğrusu, yıllar önce neydi bu aşkta beni bu kadar çeken? Belki şu an bambaşka duygular hissedecektim diziyi izleyince. Hadi dedim, aç izle bakalım o kafada mısın hala, yoksa artık olgunlaştın, huzurlu ve sakin ilişkileri izlemek isteyen Gizem mi var şu an karşında?

Sonra başka bir şey belirdi zihnimde. Bugüne kadar izlediğim yerli yabancı bütün dizi ve filmlerde, beni en çok heyecanlandıran, her sahnesini defalarca izlediğim, en çok birlikte olmalarını istediğim ikili kimdi?

Blair & Chuck…

Reklam

Chuck & Blair…

Birliktelikleriyle toksik ilişkinin kitabını yazan bu iki şahane karakter Gossip Girl dizisinde, dizinin esas kızı Serena ve aşklarından çok daha fazla ilgi çekmişti, yalnızca benim için değil, dizinin tüm izleyicileri için…

Toksik ilişkinin günümüzde tanımını bilmeyen kalmamıştır diye düşünüyorum, ancak en yalın haliyle yazmam gerekirse; partnerlerin duygusal ve fiziksel sağlığına zarar veren, huzurlu ortam sunmak yerine yıpratıcı bir ortamda, bir girdabın içerisinde savrulmalarına yol açan ilişki türüdür toksik ilişki.

Oldu mu sizin hayatlarınızda böyle bir ilişki peki?

Bir söz vardır: Her insan toksik ilişkiyi hayatında en azından bir kez tatmıştır ya da ‘henüz’ tatmamıştır…

Hadi itiraf ediyorum, bu cümle tamamen benim uydurmam. Ama sizce de doğru değil mi?

Peki neydi özellikle de biz kadınları, bu toksik ilişkilere böylesine sürükleyen şey?

Belki de ekrandaki o mutlu sonlardı bizi böyle yapan, olamaz mı? Olabilir…

Çocukluğumdan beri izlediğim Friends dizisindeki Chandler ve Monica’nın ilişkisini hep hayatımda istemiş olmama rağmen, ben değil miydim Rachel ve Ross aşkına hayran olan? Aralarında o kadar şey yaşandığı halde, ikisinin de hayatına çok daha iyileri girdiği halde, başkalarıyla değil birbirleriyle birlikte olmalarını istedim hep.

İlişki denilince Sex and the City’yi unutmamak lazım tabii. Tüm zamanların en toksik adamı, yani Mr. Big için söyleyecek onlarca kelime olmasına rağmen, belki de bu karakteri tek bir kelimeyle anlatabiliriz.

Narsist!

Doğrusunu söylemek gerekirse, tüm toksik karakterler arasında bir bu beye hiç mi hiç ısınamamıştım. Carrie ile Aidan karakterini yakıştırmıştım ben hep. Neydi Big’de beni bu derece rahatsız eden, onu hiçbir zaman sevememem ve herkesin aksine onun kötü bir insan olduğunu düşünmem, şahsen ben de bilmiyorum. Halbuki o da diğerlerinden farksızdı. Aslında farksız demek de ne kadar doğru olurdu? Sanırım Big’in diğerlerinden farkı, hep kendi istediği zamanlarda Carrie’nin hayatına girmesiydi ve tabii ki kendisi istediği kadar…

Belki de onu diğerlerinden ayıran da buydu. Kendisi istediği kadar…

İlişkileri her seferinde onun istediği yönde ve onun istediği kadar gelişiyordu, ne yazık Carrie’ye… Tam da Firdevs Hanım’dan bir aptal kelimesini hak etmişsin be Carrie. Bize de ‘büyük aşk’ diye izlettiniz ya yıllarca, asıl ona ne demeli?

Biliyor musunuz, bunca zaman sonra, tam da bu satırları yazarken, sanırım ben anladım tüm bu dizilerdeki toksik ilişkilere olan takıntımın sebebini.

Çünkü empati kuruyordum ilk andan beri, aldatılan, ihanete uğrayan, en önemlisi ‘hayatının aşkı’ diye göklere çıkarılıp da bir anda hayatı yerle bir edilen tüm o kadınlarla. Bakın aslında iki hafta önceki yazımda bahsettiğim konudur belki de bunun sebebi. Detay vermeyeyim, okursanız ya da okuduysanız zaten ne demek istediğimi anlayacaksınız…

Ha ben aldatıldım mı, asla! Tabii bildiğim kadarıyla.

İşte o kadınların çektikleri acılar var ya, hele bir de tüm o erkeklerin ilişkinin ilk zamanında yaptıkları o lovebombingler yok mu her defasında beni benden alan…

Fark ettiğim bir şey de ne oldu biliyor musunuz?

Gerek ekranda, gerek gerçek hayatlarda, sizin iyileştirdiğiniz (bu birçok anlamda aslında) kişinin size bana iyi geliyorsun, senin yanında kendimi iyi hissediyorum ve daha iyi bir insan oluyorum dediği sırada, aslında onun size iyi gelmediğini fark ettiğiniz an. İşte en kötüsü de bu bence. Kendinizden ve karakterinizden uzaklaşıp, birini iyileştirirken ondaki negatiflikleri kendi ruhunuza mıknatıs gibi çekmeniz ve de çok daha fazlası…

Bırakın, bırakalım sorunlu insanları iyileştirme çabamızı ve hayatındaki problemleri kendi başına, kendi yöntemleriyle aşabilmiş olan insanları hayatlarımıza alalım artık. Ne dersiniz?

Ruhunuzu iyileştirebildiğiniz, huzur dolu günlerde buluşmak dileğiyle…

İlginizi çekebilir: Yazıyorum; bazen heyecanla, bazen hayal kırıklığıyla ama hep hissettiğim gibi

Kaynak

BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.

Gelisiyorum.com | Görsel Eğitim Akademisi!