
Ezhel ve Diaspora – Rapertuar
“Ne söylesem de onlar duymak istediğini duydular.”
Yazıya bu cümleyle başlamak istedim. Çünkü bazen bulunduğun yer, içinde bulunduğun zaman ve etrafındaki insanlar seni farklı kılar. Söylediklerin, senin niyet ettiğinden çok başka halleriyle geçer onlara. Ve bununla başa çıkmak kolay değildir. Bu, bir sanatçının zamanla alışmak zorunda kaldığı bir gerçekliktir. İlk başta mücadele edersin; anlaşılmak istersin. Hayat, herkes için bir masal kadar hafif olsun istersin. Ama bu çaba seni yıpratmaya başlar. Gülün dikenini seversin, ama o dikeni gülü çürüten eller sana batırır.
“Benim derdim dünya.”
Sekiz milyar insan.
Yazıyla: Sekiz Milyar
Rakamla: 8.000.000.000
Ezhel’in derdi sadece 85 milyonla sınırlı değil. O, bu gezegeni paylaşan sekiz milyar insanın ortak acılarını anlatıyor. Bu, bize çocukluktan beri sistematik olarak öğretilen düşünceyle çelişiyor. Sen yalnızca 85 milyonu düşünürken, sekiz milyarı düşünen birini anlayamazsın. Onun söylediklerini duyamazsın; sadece kendi duymak istediğini duyarsın. Farkında olmadan o iğneyi batıranların seni yönlendirmesine razı olursun.
Müzik, politikalardan, ideolojilerden ve tüm dayatmalardan çok daha önce gelir. Ve çoğu zaman daha etkili olur. Onlar Türkiye’de bir Jimi Hendrix istemez. Onlar Türkiye’de bir Woodstock Festivali istemez. Çünkü burada kültürel olarak parlayan değil, susan müzisyen istenir. Aydınlık bir müzik değil, kontrol edilebilir bir ses beklenir. Bu yüzden Ezhel gibi biri hata yaptığında, keçi olur. Günah catchy’si.

Diaspora: Kaçış Değil, Dönüşüm
Ezhel’in yolculuğu, sadece coğrafi bir yer değiştirmeden ibaret değil. Bu, kimlik, aidiyet ve kültür arasındaki karmaşık bir serüven. Türkiye’den Almanya’ya uzanan bu yol, bir kaçış değil; yeni bir başlangıç anlamına geliyor. Birçok sanatçı gibi, Ezhel de farklı coğrafyalarda yaşamanın getirdiği hem özgürlük hem de yabancılaşma duygularını deneyimliyor. Yeni bir şehir, yeni bir dil, farklı bir kültür; bu durum hem ilham kaynağı olurken hem de aidiyet duygusunu zorluyor. “Ne tam orada, ne tam burada” hissi, diaspora yaşayanların ortak deneyimi.
Bu durum, David Bowie’nin 1970’lerde Berlin’de yaşadığı deneyime benzetilebilir. Bowie, Amerika’nın karmaşasından uzaklaşıp Berlin’de yeni kimlikler ve yeni müzik tarzları keşfetti. Berlin, onun için bir laboratuvar ve özgürlük alanı oldu. Ezhel’in diasporası da benzer bir dengeyi taşıyor: Bir yandan özgürleşmek, yaratıcılığını genişletmek; öte yandan aidiyet duygusunu, köklerini ve geçmişini korumaya çalışmak.
Araf
Ezhel bugün ne tam Türkiye’de ne de tam Avrupa’da. Ama tam da bu aralıkta, yeni bir ifade biçimi yaratıyor. Onun müziği sadece bir sanat değil, bir kimlik deneyimi. Ve o kimlik artık sınır tanımıyor. Ne pasaportla, ne bayrakla, ne de coğrafyayla sınırlı bir aidiyet değil bu. Bu, çağın sesini taşıyan, ama ait olduğu yeri yeniden tanımlayan bir sanatçının yolculuğu.

Türkiye’den Baktığında
Bugün Türkiye’den Ezhel’e bakmak, bir zamanlar seni temsil ettiğini düşündüğün ama artık seninle aynı dili konuşmayan birine bakmak gibi.
Kimileri ona “artık bizim değil” diyor.
Kimileri ise hâlâ onun cümlelerinde kendi yaralarını buluyor.
Bu ikilik, Ezhel’in etrafındaki algı çemberinin ne kadar çarpıtılabildiğini gösteriyor.
Çünkü o artık ne sadece bir trapçi, ne de sadece bir protest müzisyen.
O, sistemin dışına taşarak kendi dilini kurmaya çalışan bir göçmen sanatçı.
Kime sorsan başka bir Ezhel anlatıyor:
Birine göre vatansız, birine göre vizyoner.
Birine göre kaçak, birine göre kahraman.
Özet
Ezhel’in hikayesi, sadece bir bireyin değil, bir dönemin hikâyesidir.
Aidiyetin sınırlarını yeniden tanımlayan, Ankara’dan Kreuzberg’e uzanan bir yolculuk.
Onu anlamak için sadece sözlerine değil, arkasındaki sessizliğe de dikkat etmek gerekir.
Çünkü bazen, yüksek sesle söylenenler değil, sessizlik içinde saklanan gerçeklerdir önemli olan.
Ezhel ne tamamen susturuldu, ne de sadece övülecek biri. Kendi haliyle, kendi dünyasında var olmaya devam ediyor.
Bu ülke değişmediği sürece, onun müziği kadar, sessizliği de anlam kazanacak.
Yazan: Seymen Güney