
Gölge ile yüzleşmek: Dönüşüm içeriden başlar
Gölge yönlerimizi kabul ederek içsel bütünlüğe ulaşma yolculuğuma dair kişisel bir keşif yazısı.
Hepimizin içinde, başkalarından ve en çok da kendimizden sakladığımız karanlık yanlarımız vardır. Psikoloji literatüründe Carl Gustav Jung bu yönlerimizi “gölge” olarak tanımlar. Jung’a göre gölge, bireyin bilinçdışına ittiği, bastırdığı, kabul etmek istemediği ya da kendisinde görmekten utandığı parçalardır.
Bu yönler genellikle kişi tarafından “kabul edilemez”, “uygunsuz” ya da “toplumsal olarak hoş karşılanmayan” görülür ve bilinçten dışlanır. Ancak bu bastırılmış parçalarla yüzleşmeden, kendimizi kabul etmemiz ve gerçek bütünlüğümüze ulaşmamız mümkün değildir. Gölgelerimizi görmek ve kabul etmek elbette kolay değildir. Buna öncelikle, yıllarca belli hikayelere sığınan ve hep “haklı olmak isteyen” egomuz direnir. Ancak, gerçek potansiyelimize ulaşmak, inkâr ettiklerimizi sahiplenebildiğimiz ölçüde mümkün hale gelir.
Yedi yıl önce çıktığım içsel yolculukta, beni en çok sarsan ama aynı zamanda her geçen gün kendimi daha çok kabul etmemi sağlayan çalışmalar gölgeyle ilgili olanlardı.
İlk defa bir çembere oturduğumda, gün içerisinde herkesten sakladığımız ve görünmez sandığımız bir “portakal”ımızdan bahsetmemiz istenmişti. Yani herkesten sakladığımız, gölgede kalan kırılgan hallerimizi çemberde bulunan insanlara ifade edecektik.
İlk defa böyle bir alanda bulunduğum için, insanların içten bir şekilde gölge yanlarını paylaşmaları karşısında çok şaşırmıştım. Günlük hayatımızda bu tarz ilişkiler kursak, hayatın ne kadar kolay akabileceğini düşünmüştüm.
Bir çembere farklı insanlarla oturana kadar, bu kadar ortak duygulara sahip olduğumuzu hiç fark etmemiştim. O gün, hepimizin bu sistemin içerisinde aldığımız rollerde, duygularımızı bastırarak ve saklayarak, farkında olmadan hayatımızı yönlendirdiğimizi gördüm. Hepimiz kendi içimizde benzer yetersizlikler ve değersizliklerle boğuşuyorduk, sadece dışarıda bunlara yönelik farklı davranış ve savunma stratejileri geliştirmiştik.
(Örneğin, günlük hayatımızda; olduğumuzdan farklı görünmek için “diğerlerinden üstün” davranmamız da, karşımızdakinden onay almak ve sevilmek için her şeye evet dememiz de aslında hep aynı değersizlik hissinin farklı şekillerde yansımasıydı.)
Yani herkesin birbirine rol yaptığı, tuhaf ve sahte ilişkiler yumağı içerisinde yaşıyoruz. Yeni Türkü’nün şarkısı bu durumu ne güzel anlatıyor: “Bu maskeli balo ve onun sahte yüzleri…”
İşin kötüsü, neyi neden yaptığımız aslında dışarıdan apaçık görünüyor. Sadece, devekuşu misali saklandığımızı sanıyoruz.
Bu tarz çalışmalara katılmak, kendi gölgelerime şefkatli bir alan içerisinde bakabilmemi ve bunları ifade etmemi kolaylaştırdı. Kendi gölgelerimi fark ettikçe, başkaları tarafından sevilmek, kabul edilmek ve onaylanmak adına kendime yıllarca fark etmeden yalan söylediğimi ve kendi ihtiyaçlarımı hep ikinci plana attığımı fark ettim.
Karanlığımı kabul etmedikçe, benzer olaylarla tekrar tekrar karşılaştığımı ve aynı döngüleri yaşadığımı gördüm. Böylece içimde bir kabullenme ve çözülme başladı.
Çevremdeki insanları suçlamadan önce kendi üzerime düşen sorumluluğu almaya başladım. Ve içimdeki asıl dönüşüm, yıllarca kaçtığım duyguların içinden geçerek başladı.
Gestalt eğitiminde, sevgili hocam Nitha Scheller’in “Karşılaştığımız insanlarla kurduğumuz ilişkiler, kendimizle temas etme fırsatıdır.” sözünü uzun süre anlamak istememiştim. Karşılaştığım herhangi bir insanın benimle ne ilgisi olabilir diye düşünüyordum. Aslında bu bağlantıyı kurmak işime gelmiyordu. Bir olayın hikayesine tutunduğumda ve karşımdaki kişiyi suçladığımda, haklı olmanın arkasına saklanarak içimde gizli bir mağduriyet yaratıyordum. Bunu fark etmem ise yıllarımı aldı.
Zamanla her şeyin bir yönüyle benimle ilgili olduğunu görmeye başladım. Birine duyduğum hayranlık ya da kıskançlık; onun gerçekleştirdiği bir şey, aslında benim de gerçekleştirmek isteyip cesaret edemediğim ışığımı yansıtıyordu. Aynı şekilde, birinde gördüğüm ve bana itici gelen özellikler, kendi içimde kabul etmek istemediğim karanlık parçalarımdı.
Aslında, karşıma çıkan her insanla kurduğum ilişkide kendime toslayıp duruyordum. Bu farkındalık, etrafımdaki olaylara verdiğim tepkileri, yanıtlara dönüştürdü.
Modern psikoloji, Gestalt yaklaşımı ve birçok spiritüel öğreti, kendiyle temas kurmak isteyen kişinin duygularının sorumluluğunu alması gerektiğini vurgular. Bu, kulağa basit gelse de aslında içsel dönüşümün kapısını açan en güçlü farkındalıklardan biridir.
Örneğin bir arkadaşınız mesajınıza cevap vermediğinde ya da ters bir yanıt verdiğinde; “bana kendimi değersiz hissettirdi” demek ile “bu davranışı karşısında kendimi değersiz hissettim” demek arasında çok büyük bir fark vardır.
“Bana kendimi değersiz hissettirdi” dediğimizde, edilgen bir konuma geçeriz. Duygumuzun sorumluluğunu karşı tarafa yükleriz. Bu, kısa vadede tanıdık ve kolay bir yoldur çünkü kendimizle yüzleşmek istemeyiz. Ama uzun vadede bu yaklaşım bizi tekrar tekrar aynı döngülere sürükler. Aynı tip insanlar, aynı hikayeler, aynı duygular…
Ve sonunda şu soruyu sorarız:“Neden hep böyle insanlar çıkıyor karşıma?”
Kendimizi mağdur hissederiz.
Belki insanlardan uzaklaşırız.
Belki yalnızlaşırız.
Ama hikaye değişmez.
Çünkü biz, aynı olayla karşılaştığımızda aynı tepkiyi vermeye devam ederiz.
Peki, yaklaşımımızı değiştirdiğimizde ne olur? “Bu mesajla kendimi değersiz hissettim” dediğimizde, mevzu değişmeye başlar. Artık edilgen değilizdir. Yaşadığımız duygunun sorumluluğunu alırız. Ve onunla temasa geçeriz: Hayal kırıklığı, üzüntü, kalp kırıklığı, kırgınlık, kızgınlık… Bu şekilde içimizde, değersiz hisseden bir parçayla yüzleşebiliriz. Ve şunu fark edebiliriz: Karşımızdakinin yaptığı davranış, içimizde zaten var olan bir yaraya dokunmuştur.
Çünkü içimizde olmayan bir duyguyu ya da düşünceyi karşımızdaki bize yansıtamaz. Bu her zaman bizimle ilgilidir. Ve işte ancak bu farkındalıkla, “bana değersiz hissettiren kişiye güç verenin aslında ben olduğumu” görebiliriz.
Böylece dikkatimizi dışarıdan içeriye çeviririz.
Ve kendimize şu soruları sorabiliriz:
- Bir başkasının davranışı, benim kendimi değersiz hissetmeme nasıl neden oluyor?
- Bu değersizlik hissi bana nereden tanıdık geliyor? Hangi olayı, kişiyi ya da zamanı hatırlatıyor?
- Şu anda hangi döngüyü tekrarlıyorum?
Böylece, artık bu ‘yaşadığım olay bana ne gösteriyor?’ demeye başlarız. İşte değişim tam olarak bu zaman başlar. İçimizde değersizlik ile ancak o zaman temas etmeye başlarız.
İçsel dönüşüm sürecimde son zamanlarda bana eşlik eden bir isim de, bilinç–hayal gücü–gerçeklik üçgeni üzerine çalışan spiritüel öğretmen Neville Goddard oldu. Neville Goddard (1905–1972), insan bilincinin gerçekliği nasıl şekillendirdiğine dair öğretileriyle tanınır.
“Dış koşullar, içsel varsayımların yansımasından başka bir şey değildir.” – Neville Goddard
Gerçek potansiyelimize ulaşmak, inkâr ettiklerimizi sahiplenebildiğimiz anda mümkün hale gelir. Dönüşüm tam da burada, anda içimizde gerçekleşir. İçsel olarak değerli hissetmeye başladığımızda, dış dünyamız da bu yeni inançla eşzamanlı olarak uyumlanır.
Kendimizle dürüst bir temas kurmak cesaret ister. Ama bir kez başladığında, içsel sessizlikte yüzeye çıkan gölgelerimiz bizi ışığımıza götüren rehberlere dönüşür. Belki de en çok korktuğumuz, görmek istemediğimiz yönlerimiz, dönüşümün anahtarıdır.
İlginizi çekebilir: Kalbinde acıya alan açmak