
Gölgeyi Yakalarken Işığı Kaçırmak: Tahmin Edilmiş Bir Hayata Razı Olmak
Regresyon, teknik tanımıyla, bağımlı bir değişkenin, bir veya birden fazla bağımsız değişkenle arasındaki ilişkiyi modelleyen istatistiksel bir analiz yöntemidir. Ancak bu tanım, yöntemin felsefi ve düşünsel derinliğini açıklamakta yetersiz kalır. Regresyon, veriyi sadece analiz etmez; verinin ötesinde saklı olan hikâyeyi yakalamaya çalışır. Matematiğin durağan yapısına, zamanın akışkan doğasını iliştirerek geleceği anlaşılır kılma çabasıdır. Bu yüzden regresyon, yalnızca teknik bir çözümleme değil, aynı zamanda bir düşünme biçimidir. Elimizdeki geçmiş verilerle, şimdiki zamanı anlamlandırmak ve gelecekte olabilecekleri tahmin etmeye çalışmak, aslında insan zihninin en temel bilişsel reflekslerinden biridir. Regresyon, işte bu refleksi sistematik hale getirir.
Fakat burada önemli bir kırılma noktası vardır: Regresyon, bir kehanet değil; bilimsel sezgidir. Bu sezgi, geçmişten gelen verilerin içinde örüntüler arar, bu örüntüleri matematiksel modellere dönüştürür ve bu modeller aracılığıyla geleceğe dair çıkarımlarda bulunur. Ancak bu çıkarımlar, asla kesinlik taşımaz. Çünkü regresyon, doğası gereği, hata payını içinde taşır. İstatistiksel olarak elde edilen her sonuç, belirli bir güven aralığı ile geçerlidir; yani her tahmin, aslında içinde bir belirsizlik gövdesiyle birlikte gelir. Ve belki de bu yüzden regresyon, salt bir araç olmanın ötesine geçerek insanın epistemolojik sınırlarını da sorgulamaya açar: Bilgi gerçekten ne kadar kesindir? Geçmişi anlamadan geleceği öngörebilir miyiz? Verinin içinde her zaman anlam mı vardır, yoksa bazen anlam, bizim ona yüklediğimiz bir yanılsama mıdır?
İşte bu sorular, regresyonu yalnızca istatistikçilerin değil, eğitimcilerin, siyasetçilerin, psikologların ve hatta filozofların da ilgi alanına sokar. Çünkü regresyon, her şeyden önce, insanın bilinmeyenle olan mücadelesinde kullandığı zihinsel bir harita çizimidir. Bu harita bazen doğrudur, bazen sapar; ama her zaman bir yön arayışının izini taşır.
Eğitimde Regresyon: Başarı Bir Denkleme Sığar mı?
Eğitim, insanın kendini ve dünyayı tanıma yolculuğunun kurumsallaşmış biçimidir. Bu yolculuk, bireyin bilişsel, duyuşsal ve sosyal gelişimini yönlendiren onlarca faktörün etkileşiminden doğar. Dolayısıyla eğitimde başarıyı belirleyen unsurları anlamaya çalışmak, sadece pedagojik değil; aynı zamanda toplumsal, kültürel ve psikolojik bir okuma gerektirir. Tam da bu noktada, regresyon analizi devreye girerek, görünmez olanı görünür kılmaya, karmaşık ilişkiler ağını sistematik bir biçimde çözümlemeye çalışır. Ancak asıl soru şudur: Bir çocuğun akademik başarısını, birkaç değişkene indirerek modellemek mümkün müdür?
OECD’nin PISA raporları, yıllardır eğitimdeki başarı eşitsizliklerine dair çok katmanlı veriler sunar. Bu veriler, regresyon analizleri ile işlendiğinde şu acı gerçeği ortaya koyar: Bir öğrencinin başarısını en çok belirleyen değişken, ne zekâ düzeyi ne de öğretmenin niteliğidir; öğrencinin ait olduğu sosyoekonomik katmandır. Ailenin eğitim düzeyi, gelir seviyesi, evdeki kitap sayısı, hatta çocuğun okul dışında geçirdiği sessiz saatlerin miktarı bile başarıya dair güçlü göstergeler olarak karşımıza çıkar. Burada regresyon, adeta bir toplumun adaletsizlik haritasını çıkarır. Eğitim sistemlerinin görmezden geldiği yapısal eşitsizlikler, sayılarla konuştuğunda sessizliklerini kaybederler. Fakat bu durum, aynı zamanda regresyonun sınırlarını da açığa çıkarır. Çünkü her istatistiksel model, yalnızca ölçülebilir olanla çalışır; oysa eğitimin asıl öznesi olan insan, çoğu zaman ölçülemeyenle belirlenir.
Bir çocuğun merakı, direnç gösterme kapasitesi, içsel motivasyonu ya da travmaları gibi faktörler, klasik regresyon analizlerinin dışındadır. O nedenle, eğitimde regresyona dayalı öngörüler yaparken, bu modellerin kapsayıcılığını sorgulamak gerekir. Eğitim, yalnızca veriyle okunamaz; çünkü eğitimdeki başarı, sayısal doğruların ötesinde duygusal, kültürel ve bazen irrasyonel dinamiklerin de etkisi altındadır. Regresyon, bize bir yön gösterir; ama hangi öğrencinin hayal kurduğunu ya da hangi öğretmenin gözlerinin parladığını söyleyemez.
Yine de regresyon analizleri, eğitim politikalarının şekillenmesinde önemli bir işlev görür. Örneğin erken çocukluk eğitiminin uzun vadeli başarı üzerindeki etkisi, onlarca ülkenin eğitim politikalarına yön vermiştir ve bu etkiler regresyon modelleriyle somut olarak ortaya konmuştur. Yani regresyon, yalnızca nicel bir analiz aracı değil; aynı zamanda kamusal kararların arkasındaki görünmez mantık örgüsüdür. Fakat bu mantık, her zaman insanın iç dünyasını hesaba katmadığında eksik kalır. Eğitimde başarıyı bir denkleme sığdırmak, karmaşık bir evreni cebire indirgemek gibidir. Belki anlamlıdır, ama asla tam değildir.