
Görünmeyen alanı anlamak: Kuantumla mümkün mü?
Yıllardır sosyal medyada sürekli karşımıza çıkan ‘iyi düşün, iyi olsun’ temalı paylaşımlara hepimiz doyduk diye düşünüyorum. Bu söylemler belki de ilk olarak “The Secret” kitabıyla hayatımıza girdi. Ardından sosyal medya sayesinde her yere yayıldı. “777 manifestliyorum” gibi paylaşımlarla, bu bilgiler zamanla yozlaştı.
Bu tarz bilgilerin temelini bilmeden, derinlemesine anlamadan ve içselleştirmeden; yalnızca duydukları üzerinden ahkâm kesen insanlardan, kendi adıma çok sıkıldım. Bir süre sonra, her şeyi kapsadığını iddia eden yüzeysel söylemler, anlamsız gelmeye başladı. “Frekans”, “enerji” gibi kavramlar dilimize bir şekilde girdi. Başta heyecanlandık, sonra alıştık, ardından yabancılaştık.
Özellikle Türkiye gibi zor bir coğrafyada, her gün başka bir gündemle karşı karşıya kalan ve aynı zamanda negatif düşünmeye yatkın, kaygılı zihinler için bu öğretiler zamanla yeni bir sarmala dönüştü.
Kimileri, “Düşüncelerimle yaratabiliyorsam o zaman kötüyü de ben yaratıyorum.” diyerek bu bilgiyi başka bir yerden algıladı. Bu kez, kötü düşünceler yeni kaygıları tetikledi.
Başımıza gelen kötü olayların sorumluluğunu taşımak ağır geldi. Kimileri ise tüm bu bilgileri “toksik pozitiflik” olarak tanımlayıp tamamen reddetti. Ben ise, aile dizimi ve Reiki gibi görünmeyen alanlarla ilgili eğitimlerden geçerken, çevremdeki insanlar tarafından çoğu zaman yargılandığımı hissettim. Hatta bu süreçte, bazı eski arkadaşlarım hayatımdan çıktı.
Görülmeyen bir alandan ve yaşadığım deneyimlerden bahsettiğimde, bunun “bilim dışı” ya da “şarlatanlık” olarak tanımlandığına defalarca tanık oldum. İnsanların, bu tarz konularla hiç deneyimi olmadan, hatta çoğu zaman bilgi sahibi bile olmadan bu şekilde düşünmelerini bir noktaya kadar anlayabiliyorum.
Yazının başında da söylediğim gibi, gerçekten de bu konuda boş konuşan çok fazla insan var. Pek çok tekniği uyguladığını iddia eden, ancak insanları daha çok travmatize eden ve aldatan sözde şifacıları ben de duydum. Her nedense bu insanlar çok da ortada ve göz önünde oluyor. Bu ülkede, mimarın, mühendisin, doktorun bile diplomaları sahte çıkabiliyorsa; böyle alanlarda şüpheyle yaklaşmak elbette anlaşılır.
Peki ama, bu nedenle bütünüyle reddetmek mi gerekir?
Bana göre asıl mesele şu: Birçok insan, ortada dolaşan bu tarz bilgilerin temelini ne gerçekten araştırıyor ne de üzerine konuşacak kadar deneyimliyor. Bilgiyi ya sorgusuzca kabul ediyor ya da en baştan tamamen reddediyor — hatta yargılıyor.
Oysa tıpkı hayatın diğer alanlarında olduğu gibi, bu alanlar da niyetle, bilgiyle ve deneyimle derinleşebilecek bireysel yolculuklar.
Benim deneyimimde, benim önceliğim araştırdığım ve rehberliğinden emin olduğum kişilerle çalışmaya özen gösterdim. Bu noktada şunu belirtmeliyim: Bu tarz rehberliklerde güvenilirlik ve etik çok önemli.
Benim yolculuğumda; enerji çalışmaları, inzivalar, Gestalt yaklaşımı ve birçok içsel sorgulama beni dönüştürdü. Ancak her deneyimin ardından hep aynı soruyla döndüm: “Burada ne oldu? Bu nasıl olabilir?”
Genellikle yaşadığım deneyimleri anlamlandırmak için araştırmaya başladım. Bu anlamda kendimi, Spiritüel geek olarak tanımlayabilirim. Yani sadece yaşamakla kalmayan; okuyan, anlayan ve sindiren biriyim. Okuduklarımı anlamlandırmadan, deneyimlemeden aktarmayı doğru bulmuyorum.
Ama son zamanlarda bazı şeylerin hâlâ havada kaldığını hissediyordum. Ve fark ettim ki, eksik kalan parça kuantum alanını tam olarak kavrayamamaktı. Etrafımdan duyduğum parça parça bilgilerle bir yere varamıyordum. Bu konuda bana sade ve açık bir şekilde yol gösterecek bir kaynak ararken, sonunda buldum: Dr. Joe Dispenza – Kendiniz Olma Alışkanlığını Kırmak.
Dr. Joe Dispenza’yla ilk kez yaklaşık iki yıl önce, “The Source” belgeseli aracılığıyla tanıştım. Belgeselde onun meditasyonları ölçümlediği, bilimsel verilerle desteklediği çalışmaları beni çok etkiledi. Bilim ve spiritüelliği bir araya getirme biçimi, bana çok yakın geldi. Daha sonra “Doğaüstü Olmak” kitabını aldım ancak uzun bir süre okumak içimden hiç gelmedi. Bazı kitapların da bir zamanı oluyor galiba.
Bu sene mart ayında, kendi hayatımda yeni bir yol arayışı içindeydim. Yıllardır freelance yürüttüğüm kariyerimin adeta durmuştu. Aklıma yapmak istediğim alternatif birçok fikir geliyordu ama bir türlü hayata geçiremiyordum. Çok uzun süren gel-gitlerin içinde, ilerleyemiyordum. Bu boşluk hâli, ne yapacağımı bilememekle birleşince kendi iç rehberliğimi kaybettim.
Tam da bu noktada, bu zamana kadar öğrendiğim bilgileri içselleştirerek deneyimlemek adına 50 günlük bir kişisel projeye başlamaya karar verdim. Projeye “Break The Loop / Döngünü Kırmak” adını verdim.
Amacım; ruh-zihin-beden hizalanmasıyla eski kalıplardan çıkmak ve yepyeni bir olasılık alanına adım atmaktı.
Eğer süreci merak ediyorsan, burada detayları bulabilirsin: 50 Day Project – Break The Loop.
Bu süreçte bana rehber olması adına “Doğaüstü Olmak” kitabını yeniden elime aldım. Ancak bir süre sonra, anlatılanların benim için biraz ağır olduğunu fark ettim. Kendimi zorlamadan, o ana kadar içselleştirdiğim yöntemlerle projeme devam ettim.
“Break The Loop”, benim için bir kırılım noktasıydı. Döngülerimi kırmak niyetiyle yola çıktığımda ve düzenli olarak pratik yaptığımda, beni engelleyen içsel düşüncelerin nasıl değiştiğine tanık oldum. Ve yol kendiliğinden açıldı.
Yapmak istediğimi başarmıştım. Hatta şu anda bu yazıyı okuyor olmanız bile, o çalışmanın doğal bir sonucu olabilir.
Projenin üzerinden iki ay geçti. Bu süreçte pek çok şey değişti. En önemlisi: Gitmek istediğim yolu buldum. İçimden gelen ilhamlarla yeni adımlar atmaya başladım.
Ancak son zamanlarda, kendi iç dinamiklerimde yeni engellerle karşılaştığımı ve bir tür dengesizlik yaşadığımı hissediyorum.
Bunu tam olarak nasıl tarif edebilirim bilmiyorum ama sanki bildiğim ve yarattığım dünyanın bir sonraki aşamasına geçme zamanı geldi. Şu anda istediklerim, daha önce hiç deneyimlemediğim şeyler.
Bilmediğim bir dünya… Ezberin bozulduğu yer. Kendimle ilgili yeni bir katmana ulaştım. Burası yepyeni bir kırılım alanı.
Ve buradan geçmek için artık eskiden bildiğim yollardan ve tekniklerden çok daha fazlasına ihtiyacım var.
Dr. Joe Dispenza’nın Kendiniz Olma Alışkanlığını Kırmak kitabı işte tam da bu sırada karşıma çıktı. Daha kitabın adı bile tam olarak ihtiyacım olanı anlatıyordu.
Kitaba dün başladım. Ama daha şimdiden, bu zamana kadar yaptığım enerji çalışmalarını zihnimde çok daha net bir zemine oturtmamı sağladı.
Kitabın ilk bölümünde kuantum alanının ne olduğunu ve bunun hayatımızı nasıl şekillendirdiğini oldukça basit ve akıcı bir şekilde anlatıyor.
Lisede TM okuyan ve fizikle arası pek iyi olmayan biri olarak, anlamam zor olur sanmıştım. Ama şimdi kendi anladığım dilden, kendi süzgecimden geçirerek bu kitabın bende neleri tetiklediğini paylaşmak istiyorum. Ancak, bu alanı tam olarak anlamak ve deneyimlemek için kitabı okumanızı kesinlikle tavsiye ederim.
Dr. Joe Dispenza kuantum alanını, tüm olası gerçeklikleri kapsayan ve düşünce ile duygularımıza yanıt veren engin, görünmez bir enerji alanı olarak tanımlıyor.
Bilim dünyasında uzun yıllar boyunca Newton ve Descartes gibi fizikçilerin madde ve atom tanımları üzerinden şekillenen bir anlayış hakimdi. Bu anlayış, gerçekliği “etki-tepki” ilkesiyle açıklarken; inanç sistemimizi de sadece görünen, ölçülebilir dünya üzerine kurmamıza neden oldu.
Bunun sonucu olarak, insanın neticeler üzerinde neredeyse hiç etkisi olmadığına inanan bir zihin yapısı gelişti.
Ne demek bu? Dış dünyayı hâlâ, bu eski bilimsel teorilerin bize öğrettiği kalıplarla anlamaya ve tanımlamaya çalışıyoruz. En basitinden, “Görmüyorsak, inanmıyoruz.”
Oysa Einstein’ın kuantum alan tanımıyla birlikte gerçeklik anlayışımızda yepyeni bir sayfa açıldı. Bu, zihinsel olarak kavramakta zorlandığımız, göremediğimiz için varlığını sorguladığımız bir enerji alanıydı.
Bu alanda her şey, bildiğimiz yer ve zaman sınırlarının ötesinde; bölünmez bir bütün olarak, çok boyutlu bir şekilde iç içe geçmiş hâlde var oluyor.
Newton ve Descartes’ın aksine, kuantum fiziği diyor ki:
- Atomaltı seviyede enerji, bizim farkındalıklı dikkatimize yanıt verir.
- Gözlemci olarak biz, gerçekliği yaratmada aktif bir rol oynarız.
Ve işte burada büyük fark ortaya çıkıyor: Artık kurban değil, yaratıcı rolündeyiz.
Burada Dispenza, kitabında önce bu teorik çerçeveyi kuruyor, sonra da okuyucuyu bu bilinç seviyesine taşımak için teknikler sunuyor. En sonunda ise, dört haftalık uygulamalı meditasyonlarla tüm bu bilgileri deneyimlemeye davet ediyor.
Ben kitaba henüz yeni başladım. Ama şu an bulunduğum yerde kuantum alanını daha iyi anlamak, geçtiğim yolların ne kadar yerli yerinde olduğunu bana hissettirdi.
İki hafta içinde teori kısmını bitirip, ardından meditasyon sürecine geçmeyi planlıyorum. Ve en güzeli, bu deneyimi tek başıma yaşamayacağım. Bir arkadaşım da heyecanlandı ve bana eşlik etmek istediğini söyledi.
İlginizi çekebilir: Gölge ile yüzleşmek: Dönüşüm içeriden başlar