
Hayatı anlamlı kılma çabalarımız
Victor E. Frankl’in “İnsanın Anlam Arayışı” kitabını okumuştum bir arkadaşımın tavsiyesiyle. Kitapta 2. Dünya Savaşı sırasında Auschwitz’de yazarın da içinde bulunduğu bir toplama kampında yaşananlar, psikoterapist gözüyle anlatılıyor.
“Nihai anlamda yaşam, sorunlara doğru çözümler bulmak ve her birey için kesintisiz olarak koyduğu görevleri yerine getirme sorumluluğunu almak anlamına gelir.”
Sonraları kitabı tekrar tekrar okudum. Aslındaki buradaki toplama kampı, yaşadığımız dünyayı çok daha büyük bir hapishane olarak görmemizi sağlayan metaforun kendisiydi. Her insan çocukluktan itibaren bu dünyaya geliş amacını sorgular ve hayatını anlamlı kılmak için uğraşır durur. Bazılarımız bunu kariyerle, bazılarımız bir aile kurarak, bazılarımız dünyayı gezerek, bazılarımız yeni hobiler bularak hayatına anlam kattığını düşünür. Bunları yapmaya çalışır ve hep daha fazlasını isteriz. Kendimize daha zor ve ulaşılmaz hedefler koyarak hayatımızı daha anlamlı kıldığımızı sanarız.
Ancak kitap bunların aksine, hangi koşulda olursak olalım, o anı anlamlı kılmaya davet ediyor bizi. Bir şeyi başarmayı beklemeden, sadece o ana odaklanarak, kötü ve istemediğimiz bir an bile olsa…
Himalayalar’ın bir köyünde doğmuş çocuğu düşünün. Onun için hayatın anlamı, çetin bir kışı sağlıklı bir şekilde atlatabilmek, belki güzel yiyeceklerle donatılmış sofraya oturabilmek, belki de okula gidebilmek. Bizim için ise o hayalini kurduğumuz tatile çıkabilmek, çok istediğimiz ideal kilomuza ulaşabilmek ya da binlerce dolarlık projeyi tamamlayabilmek mi? Tüm bunları yapınca mutlu oluyor muyuz yoksa hemen önümüze yeni bir yapılacaklar listesi mi geliyor?
Anlam arayışı yıllarca felsefik sohbetlere, kitaplara, filmlere konu olmuştur. Elbette böyle birkaç satırla tamamlanacak bir şey değildir. Ama Simyacı’yı okuyanlar bana hak verebilir. Sonunda vardığımız yer hep aynı, yolculuğumuz hep kendimize değil mi?
İlginizi çekebilir: Biraz “sorumluluk” alır mıydınız?