
Kızgınlık duygusundan bir şeyler öğrenebilir miyiz?
Sabah trafikte sinirden dişlerini sıkan bir sürücü. WhatsApp mesajını görmezden gelen bir arkadaş. Aileyle yapılan küçük bir tartışmanın gün boyu içini kemirmesi… Herkesin hayatında, kontrol edemediği bir anda ortaya çıkan o tanıdık duygu: öfke. Ve çoğumuz bu duygudan utanıyoruz. Sanki öfkelenmek, zayıflıkmış gibi. Ya da sadece ‘kötü’ insanlar öfkelenirmiş gibi. Ama gerçek şu: Hepimiz öfkeleniyoruz. Patronumuza, partnerimize, sisteme, kendimize… Bu duygudan kaçamayız. Önemli olan, ondan ne anladığımız ve onu nasıl yönettiğimiz.
Genel olarak toplumda kızgın görünmek pek hoş karşılanmaz. Çoğumuz böyle düşünürüz ama öfke yine de hep oradadır. Her birimizde mevcut ve pek çok yüzü var… Bazen patlamaya hazır bekler, aniden volkan gibi dışa vurur. Bazen de düşük ateşte kaynar ya da gözle görülmese de hissedilen bir soğukluk olarak uzun süre kalır. Güçlü, etkileyici ve inkar edilemez bir duygudur kızgınlık…
Öfke veya kızgınlık, kontrolsüz bırakıldığında yıkıcı olabilir. Birçok kişi gibi pek çoğumuz bir öfke patlamasının geri dönülmez şekilde bir ilişkiyi bitirdiği anlara tanık olmuş ya da bizzat yaşamışızdır. Fiziksel şiddete dönüştüğünde ise, sonuçları ölümcül olabilir. Öfke hafife alınacak bir şey değildir. Ne yazık ki tüm şiddet biçimlerinin arkasındaki silahtır. Ancak her birimiz bu duyguyu taşıdığımıza göre, onu yok saymak yerine düzenli olarak anlamaya çalışmak gerekir. Öfkeyi yalnızca olumsuz ve yıkıcı bir duygu olarak görüp onu bastırmak, uzun vadede daha fazla zarar verir. Bastırılmış öfke, karın ağrılarında, çene kilitlenmelerinde, omuzlarda biriken gerginlikte ve sürekli çatık kaşlarda kendine yer bulur.
Öfkeyi tamamen reddetmek, değerli olanı da beraberinde çöpe atmaktır. Meditasyon eğitmeni Sharon Salzberg’in dediği gibi: Eğer sürekli öfkeli olan birine ‘sakin ol’ dersek, belki de hepimizin görmezden geldiği bir sorunu ilk dile getiren kişiyi susturmuş oluruz… Öfke, tıpkı bir çekiç gibi doğru yerde kullanıldığında bir çiviyi çakabilir, yanlış yerde ise birinin kafasını kırabilir.
Nörobilimci Dacher Keltner’a göre, duygular birer adaptasyon biçimidir. Duygularımız, öfke dahil, etrafımızdaki dünyayla kurduğumuz bağları anlamlandırmamıza yardım eder. Öfke, çevremize ‘Bu bana zarar veriyor.’ ya da ‘Buna tahammül edemem.’ sinyalini verir. Ancak bu sinyali aldıktan sonra nasıl bir yol izleyeceğimiz, farkındalığımıza ve niyetimize bağlıdır.
Öfke kötü değildir. Ama ne için kullanıldığına dikkat etmek gerekir. Kendini korumak için mi, yoksa karşı tarafı yok etmek için mi?
Adaletsizlikle ya da baskıyla karşılaştığımızda öfke kendiliğinden ortaya çıkar. Bu öfke, dünyayı veya kendi davranışlarımızı değiştirmek için ihtiyaç duyduğumuz enerji olabilir. Öfke, değişim başlatmak için güçlü bir kıvılcımdır. Ama uzun soluklu, kalıcı, iş birliğine dayalı bir dönüşüm için gereken ruh hali değildir. O kapıları açabilir, hatta kırabilir. Ancak o kapının ardında hepimiz için yaşanabilir bir yer kurmak istiyorsak, ihtiyacımız olan şey öfke değil, sevgidir.
Öfkeyi yok etmeye çalışmak yerine, onunla dost olmayı öğrenmeliyiz. Onu bir düşman değil, bir haberci olarak görmeliyiz. Öfkemiz bize, neye değer verdiğimizi, neyin canımızı acıttığını gösterir. Eğer bu sesi bastırmak yerine anlamaya çalışırsak, öfkemiz bizi daha bilinçli, daha adil ve daha cesur insanlar yapabilir. Ama unutmayalım: Öfke kıvılcımıyla başlar. Işığı büyütecek olan şey, sevgidir.
Kaynak: mindful.org
İlginizi çekebilir: Öfke kontrolü: 10 adımda öfkenizle barışmayı öğrenin