
Modern iş hayatında haklılık arayışı
Geçtiğimiz günlerde LinkedIn’de oldukça ilgi gören bir gönderiyle karşılaştım. Görselin üzerinde şöyle yazıyordu: “Farkında mısınız, üzüntünüz sinire dönüşene kadar kimse fark etmiyor. Ve sonra suçlu siz oluyorsunuz.”
Altında ise binlerce beğeni ve yorum. Bazıları “işte tam da ben”, bazıları “bu beni çok derinden etkiledi” diyor. Görselin altında yer alan yorumlardan birinde ise şu cümle yer alıyordu: “Çok doğru. Hep böyle oluyor. İnsanlar seni anlamıyor, sonra sen kötü oluyorsun.”
Evet, çok tanıdık bir döngü. Ama acaba bu kadar tanıdık olması onun doğru olduğu anlamına mı geliyor?
‘Hisseden haklıdır’ mı dediniz?
Modern dijital söylemin temelinde giderek yaygınlaşan bir düşünce şekli var: “Eğer hissediyorsan, haklısındır.”
Oysa profesyonel hayat, duyguların bastırıldığı bir alan olmak zorunda değil ama duygulara teslim olunarak sürdürülecek bir alan da değil. Üzülmek bir duygu, sinirlenmek bir tepki ama bu iki kavram arasında otomatik bir “haklılık köprüsü” kurmak, kişisel sorumluluğu yok sayan tehlikeli bir eğilim.
Duyguların fark edilmesi: Zorunluluk mu, lüks mü?
Söz konusu görselin temel savı şu: “Benim üzüntümü kimse fark etmiyor, bu yüzden sinirleniyorum ve sonunda suçlu ben oluyorum.”
Peki soralım:
- İnsanlar bizim ne hissettiğimizi fark etmek zorunda mı?
- Duygularımızı ifade etmek bizim sorumluluğumuz değil mi?
- Sinirlenmek, yeterince anlaşılmadığımızda haklı hale mi geliyor?
Bu sorulara verilen dürüst cevaplar, yukarıdaki aforizmanın ne kadar çürük bir zemine oturduğunu gösteriyor.
Duyguları ifade etmenin önemiyle ilgili bu yazıya da göz atabilirsiniz: Duyguları tanımanın ve ifade edebilmenin önemi
Profesyonel mağduriyet estetiği
Sosyal medyada, özellikle de LinkedIn gibi profesyonel görünen ama duygusal dışavurumlarla dolup taşan platformlarda, mağduriyet estetiği hızla bir etkileşim tuzağına dönüşmüş durumda.
Bu tür paylaşımlar çoğu zaman iç görü sunmak yerine, duygusal pasifliği teşvik ediyor. Ve ironik biçimde bu durum, “iletişim kurmak yerine anlaşılmayı bekleyen” bir nesil yaratıyor.
Alternatif bir perspektif: Sorumluluğu geri almak
Kendi duygularının sorumluluğunu almak, ne hissettiğini dürüstçe ifade etmek ve başkalarından anlayış beklemek yerine açık iletişimi tercih etmek…
Bunlar, profesyonel hayatta da insan ilişkilerinde de daha sürdürülebilir ve saygılı bir yaklaşım sunar.
Son söz yerine
“Duygularım fark edilmedi, ben de sinirlendim, ama sonra suçlu oldum.” döngüsü, hiçbir yetişkinin duygusal sorumluluk manifestosu olmamalı.
Çünkü üzüldük diye sinirlenmek, sinirlendik diye haklı olmak, haklıyız diye sorumluluktan muaf kalmak…
Bunlar duygu değil, kaçış mekanizmasıdır.
Farkındalık notu: Bu yazı, profesyonel ortamda duyguların bastırılması gerektiğini savunmaz. Aksine, duyguların ifade edilme biçiminin sorumluluğunu almanın önemini vurgular. Hissederek değil, düşünerek ilerlemek isteyenler için yazılmıştır.
Sağlıklı bir iletişimin 4 boyutu için bu yazıya da bakabilirsiniz: Sağlıklı iletişim nedir: İletişimin 4 boyutu ve etkili iletişim stratejileri
İlginizi çekebilir: Düşüşten korkma, yükselişe kanma: Regresyon etkisi