Gelisiyorum.com | Blog

“Ölmek Var, Vazgeçmek Yok- Mickey7’nin Absürt ve Varoluşsal Macerası”

01.03.2025
45
“Ölmek Var, Vazgeçmek Yok- Mickey7’nin Absürt ve Varoluşsal Macerası”

Çünkü öldüğünde, hafızası bir sonraki kopyasına aktarılıyor ve Mickey kaldığı yerden devam ediyor. Ne şahane bir sistem, değil mi? Ölmek, bizim için bir son olabilir ama Mickey için yeni bir iş günü. Ta ki işler biraz sarpa sarana kadar… Çünkü Mickey7, öldü sanıldıktan sonra yerine Mickey8 üretiliyor. Yani Mickey bir nevi, sabah işe gelirken yerine başkasının alındığını öğrenen çalışan gibi, ama işten atılmak yerine kelimenin tam anlamıyla yok edilmek isteniyor. Eh, iki Mickey’nin bir kolonide yaşaması da lojistik açıdan pek hoş karşılanmıyor. Yönetim, Mickey8’i seçmek istiyor çünkü taze kopya, eski olanın bütün travmalarını taşımıyor. Mickey7 ise gayet anlaşılır bir şekilde, yok edilmek istemiyor. Açıkçası, bu noktada hepimiz onun tarafındayız.

Roman, burada sadece bilim kurgu olmaktan çıkıp ciddi felsefi sorular sormaya başlıyor. Hafızalar transfer ediliyorsa, kim gerçekten kimdir? Mickey7 ve Mickey8 aynı kişi mi? Yoksa her yeni versiyon, eskisinden bağımsız bir varlık mı? “Ölüm” dediğimiz şey, gerçekten bir son mu, yoksa sadece yazılımsal bir güncelleme mi? İşin daha da ilginç yanı, Mickey sadece hayatta kalmaya çalışmıyor, aynı zamanda kendisini tüketilebilir bir kaynak olarak gören sisteme karşı varlığını kanıtlamaya uğraşıyor. Asıl mesele sadece klonlanmak değil, birey olarak değer görüp görmemek. Kapitalizmin “yerine yenisini koyarız” mantığının biyolojik bir versiyonuyla karşı karşıyayız.

Ama Mickey7yi bu kadar eğlenceli yapan şey sadece bu felsefi sorular değil, Ashton’ın ironik, esprili ve tam anlamıyla “Tamam, şimdi kesin öleceğim.” diye düşünen ama her defasında kıl payı sıyrılan Mickey karakterini yaratma biçimi. Mickey, tipik bir kahraman değil; bir uzay misyonunda bulunmayı cidden istemeyen, işin ciddiyetini tam anlamıyla kavrayamayan, ama bir şekilde hep hayatta kalmayı başaran biri. Yani, bilim kurgu tarihindeki büyük düşünürlere bakarsak, kendisi kesinlikle bir Jean-Luc Picard değil, ama hayatta kalma içgüdüsüyle bazen yanlış, bazen çok doğru kararlar veren, gayet insani bir karakter. Ve işin güzel tarafı, okuyucu olarak onunla hemen bağ kuruyoruz. Çünkü hepimiz, hayatta Mickey kadar şanslı (veya şanssız) anlar yaşamışızdır.

Romanın anlatımı hızlı, akıcı ve zekice. Uzayın derinliklerinde geçen bir hikâye olmasına rağmen, diyaloglar ve karakterlerin içsel monologları inanılmaz gerçekçi ve tanıdık. Ashton burada, bilim kurgu türünün en iyi yaptığı şeyi başarıyor: İnsanı bir uzay kolonisinin ortasına bırakıp, aslında en temel insani meseleleri konuşturuyor. Kimlik, birey olma, sistem karşısında varlık mücadelesi, etik sorular… Hepsi var, ama bunları öyle kasvetli, ağır bir dille değil, gayet eğlenceli ve keyifli bir tempoyla veriyor.

Tabii, bu romanı okurken aklınızda tutmanız gereken bir şey var: Eğer bilim kurgudan hiper-realist, tamamen teknik detaylarla dolu bir anlatım bekliyorsanız, Mickey7 sizi tatmin etmeyebilir. Ama eğer bilim kurguya biraz kara mizah, biraz varoluşsal kriz, biraz da absürd karakterler eklenirse keyif alırım diyorsanız, bu kitap tam size göre.

Reklam

Kaynak

BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.

Gelisiyorum.com | Görsel Eğitim Akademisi!