Gelisiyorum.com | Blog

Oy Vermek Bir Kimlik Meselesidir

30.04.2023
407
Oy Vermek Bir Kimlik Meselesidir

Çoğumuz duygularımızdan çok mantığımıza güveniriz. Mantığımızı sağlam ama duygularımızı zayıf buluruz. Özellikle başkalarının davranışlarındaki “mantıksızlığı” hemen fark edip onları kolayca yargılarız. Hepimiz kendi mantığımızın ve aklımızın ortalamanın üzerinde olduğuna inanırız. Hatta aklımızı o kadar çok beğeniriz ki başkaları da bu akıldan faydalansın isteriz. (Eser Karakaş’ın dediği gibi, “Dünyada en adaletli dağıtılmış şey, akıldır. Herkes kendi payına düşenden o kadar memnundur ki bundan biraz da başkaları yararlansın ister.”)

İnsanın mantığa ve akla değer vermesi, insanlık tarihinde yeni (!) sayılabilecek bir durumdur. 1440’da Gutenberg’in matbaayı icat etmesiyle birlikte Bilgi, Kilise’nin tekelinden çıkıp bütün dünyaya yayılmış, ardından gelen Aydınlanma Çağı sayesinde Tıp ve Mühendislik Bilimleri gelişmiş, insanlık akıl üzerine yükselen bugünkü medeniyeti kurmuştur. İnsanların hurafeleri ve dogmaları sorgulaması, bunların yerini aklın alması,  Aydınlanma döneminde oldu. Gerçekten de insanlık akıl sayesinde sayısız nimete ulaşmıştır: Tıbbın katkıları sayesinde hem insan ömrü uzamış hem de hayat kalitesi artmıştır, Mühendislik Bilimleri sayesinde, insan doğaya karşı kendini koruyabilmiş, doğaya hükmeder olmuştur.

Medeniyetin kökeninde akıl olduğu için, insan haklı olarak  kendi aklını yüceltmiştir. Hatta o kadar yüceltmiştir ki duygularını ve sezgilerini aklın karşısında “zayıf”, “değişken” ve “güvenilmez” olarak sınıflandırmıştır. Özellikle 20. Yüzyılda rasyonel düşünce göklere çıkartılırken, insanın duyguları, içgüdüleri, sezgileri tu kaka edilmiş, ikinci plana atılmıştır.

Akıl bu kadar kıymete binince, aklın gücünü abartmak da kaçınılmaz olmuştur. Neredeyse hepimiz  -ortalama bir insana kıyasla- kendimizi daha akıllı buluruz. Kendisinin ortalama bir insandan daha duyarlı, daha duygulu olduğunu iddia edenler azınlıktayken kendisinin akıllı olduğunu düşünen insanlar çoğunluktadır. Yapılan kamuoyu araştırmalarına göre, bütün ülkelerde insanlar, kendilerinin ortalama bir insandan daha iyi matematik bilgisine sahip olduklarına inanırlar.

Siyasi konularda da durum aynıdır. İnsanlar televizyondan, gazetelerden, sosyal paylaşım sitelerinden izlediklerini ve okuduklarını değerlendirerek partiler ve liderler hakkında bir yargıya varırlar.  Kendileri bu bilgilerden hareketle bir sonuca ulaşınca, aynı mantığı kullanan herkesin aynı sonuca ulaşacağını zannederler. Halbuki gerçek hiç de böyle değildir. Aynı televizyon programını seyredip aynı bilgileri alan insanlar farklı sonuca ulaşırlar. Aynı bilginin farklı sonuç vermesinin sebebi insanların farklı inanışlara sahip olmalarıdır.

2

İşte bu nedenle, aynı bilgiye sahip iki insanın farklı sonuca varması, her iki taraf için de hayret ve şaşkınlık yaratan bir durumdur. İnsan kendi mantığını kullanarak bir sonuca ulaştığında, aynı bilgiye sahip herkesin bu sonuca ulaşacağını zanneder. Oysa insan davranışları hiç de bu kalıba uymaz. Mantık yürütme biçimi insanları elbette birbirinden ayıran bir özelliktir ama daha ayırt edici olan insanların inanışlarıdır. Eğer insanların değer inançları ve değer yargıları farklıysa, aynı bilgiye sahip olsalar bile farklı sonuca ulaşırlar.

Reklam

Bu nedenle bir liderle ilgili bir bilgiyi bir rakip parti seçmenleri bir skandal olarak değerlendirilirken, aynı bilgiyi liderin kendi seçmeni son derece normal bir bilgi olarak kabul edebilir. Aynı bilgi bir tarafta büyük bir “ayıp” olarak kabul edilirken, diğer tarafta gerçek olduğu kabul edilmeyen; kabul edilse bile hiç dikkate alınmayan bir bilgi olabilir.

Bu durum sadece bizim gibi gelişmekte olan ülkelere özgü değildir. Amerika Birleşik Devletleri’nde yapılan araştırmalarda, Cumhuriyetçi başkan adayının siyasi propaganda sırasında yaptığı çelişkili bir konuşmanın, kendi seçmenlerinin zihninde “mantıklı” bir açıklamaya kavuştuğu saptanmıştır. Benzer şekilde Demokrat adayların da “saçma” konuşmaları, kendi seçmenlerinin zihninde “düzelmiş” ve makul bir zemine oturmuştur. Her iki seçmen grubu da bilgileri (hatta verileri) sahip oldukları fikirleri doğrulamak için kullanmışlardır.

Seçmen bir kere inanınca, ne çelişki görür ne yanlış. Lider yanlış söylese, yanlış yapsa bile bu yanlışların hepsi kendi seçmeninin zihninde mantıklı bir fikre dönüşür. “İnanan” bir zihin aksi yönde ne kadar bilgi olursa olsun inancında ısrar eder. Verilerin, kanıtların bu fikri değiştirmesi zordur.

Dünyanın bütün ülkelerindeki seçmenleri üçe ayırmak mümkündür. Birinci grup, siyasi tercihlerini lidere göre oluşturan gruptur. “Lider odaklı” seçmenler, beğendiği liderin peşinden gidip ona veya onun partisine oy verirler. İkinci grup ise “parti odaklı” gruptur. Bu grubun benimsediği bir siyasi parti vardır ve partinin lideri kim olursa olsun bu grup hep aynı partiye oy verir. Bu iki grup bütün ülkelerde seçmenin  büyük çoğunluğunu oluşturur. Üçüncü grup ise, projeleri ve vaatleri değerlendirerek oy veren gruptur; hangi parti ya da aday kendisinin önem verdiği projeleri hayata geçireceğini vaat ederse o partiye ya da adaya oy veren gruptur. Bu seçmenler “konu odaklı” seçmenlerdir.

Nispeten küçük bir azınlık olan “konu odaklı” üçüncü grubu bir kenara bırakırsak, dünyanın bütün ülkelerinde insanların oy verme davranışının temelinde mantık ve akıldan çok değerlerin, kimliklerin ve aidiyetlerin yattığını görürüz. İnsanlar, kimlik ve aidiyet duygularıyla siyasi tercih yaparlar. Bu yalnız bizim ülkemizde değil, hemen hemen bütün ülkelerde böyledir.

İnsanların büyük çoğunluğu önce bir siyasi partiyle ya da bir liderle duygusal bir bağ kurarlar. Bu bağı belirleyen, insanın toplum içinde ait olmak istediği grup ve edinmek istediği kimliktir. Bu aidiyet bağı, din, mezhep, ırk, etnik köken üzerine kurulacağı gibi bunların dışında tamamen kendini bir gruba yakın hissetme, onları “kendisi gibi” hissetme üzerine de kurulabilir.

İnsan bir kere bu bağı kurunca, bütün kararlarını bu duygusal bağa göre vermeye başlar. İnsanın inancı, bütün kararlarını belirler.

Bir partinin ya da bir liderin bu bağı oluşturması hayati derecede önemlidir. Bir kere bu bağ oluştuktan sonra liderin ve partinin çoğu yanlışı kendi seçmeni tarafından hoş görülecek, mantıklı bir açıklamaya kavuşturulacak ve rakiplere karşı her durumda ve her cephede savunulacaktır. Seçmeniyle sıkı duygusal bağ kurmuş bir liderle  (ya da partiyle) seçmeni arasına kimsenin kolay kolay girmesi mümkün değildir. Lider ne yaparsa yapsın duygusal bağ ve inançlar ağır basacak, “kargaya yavrusunun kuzgun gelmesi” misali hatalar hoş görülecek hatta bu hatalar inkar edilecektir.

Dünyanın her yerinde seçmenlerin büyük çoğunluğu oy verirken lider veya partiyle kurduğu bağlara göre oy verir.  Seçmen tutumlarını, tavırlarını ve davranışlarını belirleyen akıl ve mantık değil;  seçmenin inançları, değer yargıları ve edinmek istedikleri kimlikleridir. Oy vermek bir kimlik meselesidir, akıl meselesi değildir.

1

Drew Westen’e göre,

  • Siyasi kampanyaların, insanların mantıklarına değil duygularına hitap etmesi,
  • Siyasi iletişimin içinde mutlaka kolektif bilinç altına hitap eden öyküler olması,
  • Bu öykünün bir kahramanı olması,
  • İçinde yoğun duygu barındırması
  • Dostların ve düşmanların net olması,
  • Bir annenin çocuğuna hayat dersi vermesi gibi son derece kolay anlaşılır değer yargıları barındırması,
  • Öykünün kolay hatırlanır ve başkalarına kolay anlatılabilir olması gerekir.

Duygulara hitap eden seçim kampanyalarının etkisi tartışılmazdır; sadece akla hitap eden kampanyalar ise seçmende karşılık bulamaz.

Bu nedenle, insan hakları, özgürlükler, demokrasi, şeffaflık, gibi kavramları üzerine kurulu kampanyaların başarılı olması daha zordur. Bu kavramlar akla hitap eden kampanyalar olduğu için seçmenlerin duygularını harekete geçirmez, insanları peşinden sürüklemez.

Buna karşılık, kimliklere, değer yargılarına ve inançlara hitap eden kampanyalar insanlarda duygusal karşılık bulduğu ve bir “duygudaşlık” yarattığı için çok daha etkilidirler. Bu kampanyalar insanları harekete geçirir. Markalar dünyasında da siyaset dünyasında da insanların duygularına ve kimliklerine hitap etmeyen iletişimin etkisi yoktur.

Siyaset dünyası inançların, değer yargılarının, hayat tarzlarının, kimliklerin dünyası olduğu için siyasi kampanyalarda duygulara hitap etmek olmazsa olmaz bir zorunluluktur. Her seçimin kaderini belirleyen bu duygudaşlığın ve aidiyet hissinin ne kadar güçlü kurulabildiğidir.

Kaynak: temelaksoy.com

BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.

Gelisiyorum.com | Görsel Eğitim Akademisi!