
Solist Ne Diyor?
Geçtiğimiz sezon Kadıköy Emek Sahnesi’nde Uyumsuz Tiyatro yapımı çok güzel bir oyun izledim ama yoğun tempodan dolayı metni hem uyarlayan hem yöneten İlknur Güneş ve tek kişilik oyunun kahramanı Gamze Bayraktaroğlu ile röportaj buluşmamız ancak aylar sonra gerçekleşti. Oyunun sürecini ve onların metne bakışlarını esprili bir atmosferde samimiyetle konuştuk, keyifli okumalar!
Solist’e sadece kadın oyuncusu olduğu için değil, meselesi ile de feminist bir oyun diyebilir miyiz?
İlknur Güneş: Tam olarak feminist bir oyun yaptım diyemem ama benim için aykırı bir oyun. Yazarı Jean Cocteau 1900’lerde yazıyor bu oyunu. Oyunun hikayesi de bir kadının duygusal açıdan bir erkekten ayrılmaya çalışması ve telefon konuşması etrafında şekilleniyor. Finalde de o telefonun kablosuyla kendisini boğuyor. Ancak sonrasında Almadovar aynı oyunu The Human Voice ismiyle kısa film yapıyor, Mubi’de de var, orada Almadovar kadının güçlenme çabasını ortaya koyuyor, beni de bu yorum etkiledi.
Kadının hayatını sonlandırdığı değil de hayatına devam etmekle ilgili bir yere gelmesi gerektiğini düşündüm ben de. Sadece bireysel olarak sorgulamakla ilgilendim, birinin birine bu kadar bağlı olması günümüzde bana ne düşündürüyor sorusu ile ilişkilendim. Çünkü yaşadığımız dünya ilişkiler ve birini sevme konusunda oldukça sertleşti bana kalırsa. Bu hikayedeki kadın ise günümüz dünyasının tam tersi. Biri ile ortak bir hayat sürdürebileceğine inanan ve terk edilmesine rağmen sevdiği şeyi kaybetmemek için elinden geleni yapan birini çok marjinal buluyorum. Hiçbirimiz bu duygularla hayata bakmadığımız için bu karakteri kıymetli de buluyorum sanırım. Tüm bunlardan dolayı da belki yüzde 60’ını Cocteau’dan etkilenerek kurguladığım bu oyun aykırı.
Bu oyunu seçmenizdeki sebepleri de sıraladınız sanki? Jean Cocteau’nun “La voix Humaine” u Türkçe’ye çevirme motivasyonunuz da böyle mi doğdu?
İ. G.: Bununla ilgili okumalar yaptığımda aynı Beckett oyunlarındaki gibi, bazen her şeyin gördüğümüz gibi olmadığını düşündüm. Bu metinin üç noktalarla dolu oluşu, kadının telefonda konuştuğu kişiyi duymadığımız ve görmediğimiz için sadece bir aşk meselesi üstünden okunabilmesi, daha çok kişinin iniş çıkışlarıyla kadının sesinin bir müziğe benzeyişi biçimsel olarak da, matematiksel olarak da benim çok hoşuma gitti. Bu müzik beni çok ilgilendirdi ve müzisyen arkadaşım Burak’a giderek, bu karakteri Gamze’nin oynamasını ve onun oynadığı oyun üstünden baterinin onu taklit etmesini rica ettim. Böylece bu oyunda benim hem bir oyuncum hem de bateristim olmuş oldu.
Oyunun isminin Solist olması da bununla ilişkili sanıyorum…
Gamze Bayraktaroğlu: Evet, ben solistim aslında oyunda, bateri de orkestra gibi ben hangi ritimde ve duyguda kendimi ifade ediyorsam, bateri de öyle çaldı. Tekstin solosunu atıyorum, bateri de yer yer sessizlikle, yer yer sesle eşlik ediyor bu sololara. Bir de hareket de bizim için enstrümandı. İlknur bedeni de üçüncü enstrüman olarak düşündü.
I.G.: Kesinlikle! Hareket, ritim ve sesin oluşumundan bir müzik çıkarttık biz bu oyunda. Bunun da romantik aşk dolu bir müzik olması üstünden bir problemim yok işin açıkçası ama bu müzik rock konserini daha çok anımsatıyor, çünkü başta da söylediğim gibi kadının güç kazanması ve karar vermesi ile ilgili noktaları taşıyor.
Oyuncu olarak siz ne kattınız oyunun çevirisine ve İlknur Güneş’le çalışmak nasıldı?
G.B.: Sondan başlayayım. İlknur’la çalışmak oldukça konforluydu çünkü yönetmenlerin genelde bir kalıbı vardır ve o kalıbın içinden görünürlüğü belli olur. Ama İlknur‘la böyle bir kalıp yoktu ve onunla her şeyi tartışabiliyorduk. Bizim masa başı çalışmamız biraz uzun sürdü çünkü ben benim tam zıttım olan bu kadını gerçekten iyi anlamak istedim. Sonrasında da oyuncu olarak çürüdüğümü, yok olduğumu hissettiğim yerler oldu ama İlknur bu zamanda da beni çok destekledi. Çünkü bu rol, tek kişilik olduğu için değil, ama kadın karakteriyle benim açımdan en zor oyun oldu.
“Seni sevdiğim için sen varsın.” diyen bir kadından bahsediyoruz. Belki de onu kıskandım, çünkü ben hayatta bu kadar emek vermem, hemen git derim. (Gülüyor.)
İ.G.: Gördünüz mü artık bir şeyi sevmenin çok marjinal olduğu bir dönemdeyiz. Birine git demek olağan bir durum ama sevmekle ilişkimiz çok değiştiği için böyle bir sorgulamayı yapmak zor geliyor artık…
Bateri sesinin neyi sembolize ettiğini uzun uzun konuştuk, peki hem tekrarlayan köpek sesi hem de bateri ile atışmalar karaktere nasıl hizmet etti?
Bateri gelmeden önce, ezber kısmını yapıp artık eylemsel olarak sahnelemeye başladığımızda, oralarda eksik bir şeyler buluyordum. Ne zaman ki bateri kayıtları gelip oyuna entegre ettik ve acapelladan çıkıp o şeye dönüşme haline büründük, burada eksik tarafımı görmeye başladım çünkü İlknur’un anlattığı yol aslında o müziğin içinden geçiyor. Anlattığı yol o müzikle bütünleşti ve benim de oyuncu olarak bu oyunla bütünlenişimi sağladı. Hem İlknur’u hem metni hem de kadını da anlamama daha çok yardımcı oldu. İkna olamadığım yerlerde de durum beni içine çekip ikna etti ve tamamlandım böylece…
Peki yönetmen olarak sizin için Gamze Bayraktaroğlu ile çalışmak nasıldı?
Gamze hiçbir şeyi kişisel algılamayan biri, bu sebeple çalışmaktan çok keyif aldım. Ayrıca yönetmeni de çok dinleyen ve anlamaya çalışan biri olması da benim için çok konforlu oldu. Bu da yaratıcılığa katkı sağladı çünkü ruhsal anlamda. İletişimimiz kesinlikle sağlıklıydı kısacası.
Köpek havlaması neyi sembolize ediyor?
G.B.: Adam giderken köpeği de ona bırakmış, kadının onu hatırlamasına sebep oluyor ve de adamın sorumsuzluğunu gösteriyor.
Oyunun metninde 30’lu, 40’lı yaşlardaki kadınların sıkışıp kalmasından bahsediliyor, bu sadece o yaşlara ait mi sizce de, yoksa genel bir sıkışmadan bahsedebilir miyiz?
I.G.: Hayır, burada genel bir sıkışmışlıktan bahsedemeyiz çünkü 20’lerde o kadar sorgulamıyoruz, kadınların kendini sorgulaması biraz daha 30’lara denk geliyor. Ben öğrencilerimde de gözlemliyorum, 30’lu yaşlarında genel olarak umudu olmayan ve yalnız çok kadın var.
Bu arada bu oyun metnini sevme sebeplerimden biri olarak şunu da söylemek isterim. Günümüzde gaslighting, ghosting gibi problemli insan davranışlarını legalize eden bir takım terimler çıktı mesela. Bu kadının sadece telefonda konuşuyor olmasını, yaratılan psikolojiden kurtulma çabasını da günümüzle uyumlu buldum ve kadının tavrını da, konuşma bağını da buradan anlamlandırdım.
Oyundaki bu arada kalmışlık durumu Türkiye’deki kadınlarla da benzerlik taşıyor mu sizin gözünüzde? Yoksa tamamen evrensel bir bakışla mı ele aldınız?
Evet, evrensel bir durum, evrensel bir bakış var burada. Biz kadın üzerinden anlattık ama bu durumu, insana dair bir şey olduğu için bir erkek de olabilir elbette. Karakterin yaşadığı süreci belki ele alıp bakmak, cinsiyet olarak düşünmemek gerekir.
Bu sıkışmışlıkları ve dijital dünya içinde kendisine yabancılaşan, var olmaya çalışarak arayışta olan insana sizce neler yardımcı olabilir?
İ.G.: Bence, insanlar kendilerine ait olması gereken etik değerler yaratmıyor artık. Yemek, içmek, barınmak, sevişmek gibi çok temel dürtüler dışında etik değerler kavramını içselleştirmeyip kolay olanı tercih ediyorlar. Bebek insanlara doğru geri dönüşüm geçiriyoruz ya da bir anlamda ilk çağa doğru gidiyoruz. Yani etik değerler anlamında piramidin tepesine doğru gitmiyoruz. Bu tüketim çağında insanın yoğun tüketim çılgınlığıyla kısa süreli mutluluklar yaşayarak doyuma ulaşabileceğini düşünmüyorum.
Oyun genelde nasıl bulunuyor? Unutamadığınız bir seyirci geri dönüşü oldu mu?
G.B.: Açıkçası başlarda oyunun anlaşılıyor-anlaşılmıyor kısmına çok takıyordum. İkili ilişkilerimizde bile karşımızdakini anlayamadığımız durumlar olmuyor mu? Kişinin yaşantısını ya da hayatı anlamlandırması, ne aradığına, neyi aradığına da bağlı olmuyor mu? Bakış açısına göre değerlendiriliyor mu? Bu nedenlerle o kısmı düşünmeyi bıraktım. Anlayan ya da anlamayan demiyorum da kendinden bir şeyler bulabilen ya da bulamayan diyorum artık. Çünkü hikâye çok yoruma açık bir yerde duruyor.
Anlıyorlar mı anlamıyorlar mı noktasında kaldığımda git gide oyunun anlaşılıyor mu sorusundan ileriye gidememeye başladım. Önemli olanın oyunda anlatılan dünyanın, hayatın ya da kişilerin seyredende, kendi düşünsel yorumuyla bıraktığı etki olması gerektiğini anladım. Seyredenin hüngür hüngür ağladığına da şahit oldum mesela. Kimisi de kahkahadan kırılıyor. Yan yana insanlar izliyor yani birisi ağlarken diğeri gülüyor. Dediğim gibi seyircinin kendi bakış açısına göre ruh halini yakalayan bir oyun oldu diye düşünüyorum.
Birçok tiyatronun maddi yetersizlikler içinde kapatıldığı günümüzde Kadıköy Emek önemli ve mücadeleci bir değerimiz. Bağımsız tiyatroların neye ihtiyacı var, kısaca tanımlayabilir miyiz?
G.B.: Biz gerçekten elimizden geleni yapıyoruz. Günümüz şartlarında ve tüm zorluklara rağmen, çalışıyor, üretiyoruz. Geriye seyircinin de bizden elini, ayağını, gözünü, desteğini çekmemesi kalıyor.
Oyunun künyesi:
- Uyarlayan: İLKNUR GÜNEŞ
- Yöneten: İLKNUR GÜNEŞ
- Oyuncu: GAMZE BAYRAKTAROĞLU
- Müzik Tasarımı: BURAK TAŞDEMİR
- Işık Tasarımı: AYŞE SEDEF AYTER
- Dekor / Kostüm Tasarımı: EDA AĞAOĞLU
- Hareket Tasarımı: İLKNUR GÜNEŞ
- Reji Asistanları: GÖKÇE BAYRAKTAOĞLU, ZEYNEP CEYLAN, ÇAĞATAY GEREHAN, EMEL GİZEM SELVİ, ZEHRA ŞAHİN
- Fotoğraf: BATUHAN PEHLİVAN, AYDENİZ ÇAMDİBİ
- Mix-Mastering: ALİHAN SEZER SELÇUK
- Movement Coach: UTKU DEMİRKAYA
- Afiş Tasarımı: SİDAR İNAN ERÇELİK, MALHUN TOSUN
- Yapım: DEĞİRMEN, UYUMSUZ TİYATRO
- Sponsorlar: Kadıköy Emek Tiyatrosu, Bonjour Madame
İlginizi çekebilir: Türkiye sahnesinde yeni bir alan: Khora ne anlatıyor?