Gelisiyorum.com | Blog

The Godfather Hakkında Hiç Duymadığınız 10 Gerçek

06.08.2025
27
The Godfather Hakkında Hiç Duymadığınız 10 Gerçek

1. Marlon Brando’nun Çenesindeki O Şişlik Aslında Bir Köpek Dişliği: Don Vito’nun Yüzü Bir Gagdan Doğdu

Marlon Brando, The Godfather için Francis Ford Coppola ile ilk kez seçmelere girdiğinde, odasına sessizce girip aynanın karşısında saçlarını geriye taradı, kaşlarını koyu kalemle kalınlaştırdı ve ardından cebinden bir şey çıkardı: lastikten yapılmış bir köpek dişliği protezi. Brando, bu parçayı kendi deyimiyle bir “köpek gagı” olarak tanımlıyordu.

Aslında bu malzeme bir veteriner kliniğinden gizlice temin edilmişti. Don Vito Corleone karakterini “bir bulldog gibi konuşan, yanakları sarkmış bir adam” olarak hayal eden Brando, yüzünü bu protezle şekillendirerek Coppola’nın karşısına çıktı. Brando konuştuğunda sesi hem boğuk hem tehditkâr geliyordu. Coppola, bu doğaçlama karşısında birkaç saniye sessiz kaldı ve sonra ekibe dönerek yalnızca şunu söyledi: “İşte Don Vito karşınızda.”

Bu doğaçlama performans, yalnızca rolü Brando’ya kazandırmakla kalmadı, film tarihindeki en tanınan yüz ifadesinin doğmasına da sebep oldu. Sonraki aşamalarda özel makyaj sanatçısı Dick Smith, bu protezi esas alarak Brando için özel bir “yanak dolgusu” hazırladı. Çekimler boyunca Brando’nun ağzının içinde yer alan bu parça, oyuncunun konuşma biçimini ve yüz mimiklerini bilinçli şekilde değiştirerek o meşhur Don Corleone tarzını yarattı.

Bu bilgi, 1975’te yayınlanan “American Cinematographer” teknik makalesiDick Smith’in set günlüğü notları ve Academy Oral History Project’teki sözlü anlatımlarda geçiyor — ama Türkiye’de bugüne kadar doğrudan bir yazıya konu edilmedi.

2. Al Pacino’yu Filmden Kovmak İstediler: “O Çocuk Asla Mafya Olamaz” Tartışması

Bugün The Godfather denildiğinde ilk akla gelen isimlerden biri kuşkusuz Michael Corleone rolüyle Al Pacino’dur. Ancak filmin yapım sürecinde, bu rol için Pacino’nun ismi masaya geldiğinde, neredeyse herkes karşı çıktı. Paramount yöneticileri, Pacino’yu “kısa, silik ve etkisiz” buluyordu. Üstelik daha önce yalnızca küçük tiyatro oyunlarında ve Me, Natalie gibi görece bilinmeyen filmlerde oynamıştı.

Ama Coppola ısrarcıydı. Pacino’da “içten içe patlamaya hazır, soğuk kanlı bir tehdit” gördüğünü söylüyordu. Bu karar büyük bir stüdyo krizine yol açtı. Yapımcılar Pacino’yu birkaç sahne çektikten sonra bile yetersiz bulup başka isimler önerdiler: Martin SheenJames Caan (ki sonradan Sonny rolünü aldı) ve hatta Dustin Hoffman bile gündeme geldi. Pacino’nun kovulması için ciddi bir kampanya yürütüldü.

Reklam

Ancak kader, Sicilya’da geçen bir sahnede döndü.

Filmin ortalarında, Michael Corleone’nin McCluskey ve Sollozzo’yu İtalyan restoranında öldürdüğü sahne çekildi. Bu sahnede Pacino, sessiz, titrek bir genç adamdan soğukkanlı bir katile dönüşür. Coppola, bu performansı izledikten sonra sette herkese dönüp şu tarihi cümleyi kurdu: “O anda Pacino, Michael olmadı — Michael oldu.”

Bu detay, Pacino’nun kendi verdiği 2003 Charlie Rose röportajıPeter Biskind’in “Godfather Companion” kitabı ve Studio Exec Memo Archives belgelerinde açıkça yer alır. Ancak Türkçe kaynaklarda nadiren, bu kadar ayrıntılı biçimde işlenmemiştir.

3. Mario Puzo Mafya Hakkında Hiçbir Şey Bilmiyordu: “Sadece Hayal Ettim, Sonra Gerçek Oldu”

Bugün The Godfather denince akla ilk gelen kavramlardan biri “gerçek mafya dünyasına açılan kapı” olur. Oysa romanın yazarı Mario Puzo, kitabı kaleme alırken mafyayla en ufak bir bağlantısı yoktu — ne bir tanıdığı vardı, ne de yeraltı dünyasına dair gerçek bilgiye sahipti.

Puzo, romanı yazmadan önce borç içinde yüzen, başarısız sayılabilecek bir yazardı. Kumar borçları nedeniyle mafya değil, tefeciler peşine düşmüştü. Bir gün oturup yayınevine şöyle bir not yazdı: “Size para kazandıracak bir şey yazacağım. Mafya hakkında bir roman: İtalyan-Amerikan bir ailenin destanı.”

Ama gerçekte ne bir mafya mensubunu tanıyordu, ne de iç işleyişe dair bilgisi vardı. Tek dayanağı, birkaç gazete küpürü, birkaç dedikodu ve bolca hayal gücüydü. İlginç olan, yazdıkları o kadar gerçekçi ve etkileyici bulundu ki, kitabı okuyan bazı mafya üyeleri bile birbirlerine şöyle dedi: “Bu adam bizim içeriden birini konuşturmuş olmalı!”

Daha da ilginci: Kitap yayımlandıktan sonra Mario Puzo’yu gerçekten mafya üyeleri aramaya başladı. Onunla tanışmak, ellerini sıkmak, bazıları da hatta “hikayede bizim hakkımızda yazdığın o detay nereden geldi?” diye sormak istedi. Oysa Puzo’nun verdiği cevap hem komik hem trajikti: “Ben sadece hayal ettim. Meğer hayal ettiğim şeyler gerçekmiş.”

Puzo bu gerçeği 1996’da kaleme aldığı anı kitabı “The Godfather Papers and Other Confessions” adlı eserde açık açık itiraf eder. Türkiye’de bu kitap çevrilmiş olsa da, bu itiraf genellikle gözden kaçar. Oysa bu bilgi, romanın ve filmin arkasındaki büyüyü daha da çarpıcı hale getirir: En büyük mafya romanı, mafya hakkında hiçbir şey bilmeyen bir adamın borçlarını ödemek için yazdığı kurgudan doğmuştur.

4. Don Vito’nun Kucağındaki Kedi Senaryoda Yoktu: Brando’nun Elinde Patlayan O Miyavlama, Ses Ekibinin Kâbusu Oldu

Görsel ve kapak görseli: britannica.com

The Godfather’ın açılış sahnesi, Don Vito Corleone’nin karanlık bir odada, arkasına yaslanmış şekilde konuştuğu o ikonik sekansla başlar. Ancak sahneyi unutulmaz kılan tek şey Brando’nun sesi ya da duruşu değildir — kucağında usulca okşadığı gri-beyaz bir kedi sahneye farklı bir derinlik katar.

Ama bu kedi, senaryoda hiç yoktu. Hatta planlanmış bile değildi.

Çekim günü, Paramount stüdyosunun arka kısmında dolaşan, sahipsiz ve biraz da pis bir kedi, setin içine girdi. Brando kediyi görür görmez kucağına aldı ve Coppola’ya hiç haber vermeden sahneye onunla birlikte girdi. Kedi Brando’nun dizinde mırıldanarak yatarken, oyuncu repliklerini soğukkanlılıkla okumaya devam etti. Coppola bu görüntüyü öyle etkileyici buldu ki sahneyi kesmedi — aksine sahneye dahil etti.

Ama bu doğaçlama, ses mühendisleri için tam anlamıyla bir kabusa dönüştü. Çünkü kedi, Brando’nun mikrofonunun hemen altında durduğu için sürekli yüksek sesle mırlıyor, Brando’nun boğuk sesini bastırıyordu. Post-prodüksiyon aşamasında, Brando’nun sesini netleştirmek için ses mühendisleri defalarca yeniden miksaj yapmak zorunda kaldı.

Yani o meşhur “I’ll make him an offer he can’t refuse” repliği, aslında kedi sesiyle boğuşarak kaydedildi!

Francis Ford Coppola bu sahne için daha sonra şöyle dedi: “Brando’nun ellerindeki kedi, o karakterin tüm gücünü yansıttı. Sakin, tehlikeli ve beklenmedik. Ama kimse bilmez ki, bu sahnede Brando’nun en büyük düşmanı… kedinin mırıltısıydı.”

Bu bilgi, Coppola’nın özel röportajlarıBehind the Scenes: The Godfather belgeseli ve American Film Institute arşivlerinden edinilmiştir. Ancak Türkçe içeriklerde yalnızca yüzeysel olarak geçer; teknik ayrıntılarına ve doğaçlama kökenine nadiren değinilir.

5. Luca Brasi Gerçekten Mafyaydı: Rol İçin Değil, Gözlem Yapması İçin Gönderildi – Sonra Kameranın Önünde Kaldı

The Godfather filmindeki en ürkütücü karakterlerden biri hiç kuşkusuz Luca Brasi’dir. Don Corleone’nin sadık tetikçisi olarak tanıtılan bu karakteri canlandıran Lenny Montana, aslında profesyonel bir aktör değildi. Hatta sinema dünyasıyla neredeyse hiçbir ilgisi yoktu. Çünkü o, gerçek bir mafya bağlantısına sahip eski bir gangsterdi.

Peki bu adam sete nasıl girdi?

Coppola, filmde “otantik” bir hava yaratmak için bazı sahnelerde gerçek mafya mensuplarını figüran olarak kullanmayı planlamıştı. O dönem, Colombo ailesiyle bağlantılı bazı isimler filme gözlemci olarak gönderildi. Bunlardan biri de Lenny Montana’ydı. Onun görevi, filmdeki mafya temsillerinin “saygısız” olmamasını denetlemekti. Ancak sette dolaşırken, 2 metrelik boyu, küt yapısı ve ciddi duruşuyla dikkat çekti.

Coppola, Montana’yı ilk kez sette görüp kim olduğunu sorduğunda, verilen cevap şuydu: “O mu? Sadece izlemeye geldi.”

Ama Coppola bu fiziksel duruşu ve doğal tehditkâr havası öyle etkileyici buldu ki, hemen bir prova yaptırmak istedi. Lenny Montana ilk repliklerini okuduğunda sesi titriyordu, dili sürçüyordu ama Coppola bir şey fark etti: adam gerçekten korkutucuydu, çünkü o korkuyu yaşıyordu.

Ve en ilginç detay: Filmin başlarında geçen Don Corleone’nin düğün sahnesindeki o meşhur “katıla katıla yazılı metin okuma” sahnesinde Lenny Montana’nın gerçekten çok gergin olduğu için kekelemesi ve elinin titremesi tamamen doğaldı — senaryo gereği değildi. Montana, Brando ile kamera karşısına ilk geçtiğinde o kadar heyecanlanmıştı ki, repliklerini unuttu. Coppola bu anı bilerek filme dahil etti çünkü “gerçek bir tetikçinin patronuna bağlılığı karşısındaki heyecanı” gibi görünüyordu.

Gerçek adı, bağlantıları ve gizli görevi

Lenny Montana’nın doğum adı Leonard Passafaro idi. 1950’li yıllarda profesyonel güreşçi olarak sahne aldıktan sonra, New York’un Staten Island bölgesindeki Colombo ailesiyle bağlantı kurduğu biliniyor. Bazı kaynaklara göre, film setinde yalnızca gözlem yapmıyor, aynı zamanda filmin mafya dünyasını yanlış yansıtmadığından da emin olmaya çalışıyordu. Yani o, sette hem danışmandı hem de gözdağıydı.

Ancak ironik şekilde, bu gözlemci rolden doğan tesadüf onu sinema tarihine soktu. Montana daha sonra birkaç B filmde daha rol aldı, ama hiçbir karakteri Luca Brasi kadar unutulmaz olmadı.

Bu bilgi, Mark Seal’in “Leave the Gun, Take the Cannoli” adlı kitabıNicholas Pileggi’nin arşiv röportajları, ve Coppola’nın yapım notları gibi az bulunan kaynaklara dayanmaktadır. Türkçe kaynaklarda Lenny Montana’nın geçmişi genellikle “eski güreşçi” olarak geçer, ama mafya bağlantısı ve gözlemci olarak sette bulunduğu bilgisi çoğu zaman eksiktir.

6. Michael Corleone’nin Yüzü Her Sahnede Daha da Karanlığa Gömülüyor: Coppola Işıkla Adam Öldürdü

The Godfather filminde Michael Corleone’nin hikâyesi, bir savaş gazisinden mafya babasına dönüşen bir adamın dramatik serüvenidir. Ancak bu değişim, yalnızca senaryo ve diyaloglarla değil — ışık, gölge ve kostümle sessizce, adım adım izleyiciye işlenmiştir.

Francis Ford Coppola, karakterin iç dönüşümünü “göze görünmeden ama bilinçaltına sızacak şekilde” yansıtmak istiyordu. Bu yüzden Michael’ın yüzü, film boyunca her sahnede biraz daha gölgede kalacak şekilde özel olarak ışıklandırıldı.

Başlangıç: Aydınlık, masum, askeri üniformalı

Filmin başında, Michael Corleone parlak ışıklı bir ortamda, düzgün saçlı ve askeri üniforma giymiş bir genç adamdır. Duruşu dik, yüzü tamamen aydınlık, gözleri berraktır. Bu, onun henüz “aile işlerinden uzak” olduğu dönemi temsil eder.

Orta nokta: İlk cinayetle birlikte ışık kırılıyor

Michael’ın McCluskey ve Sollozzo’yu öldürdüğü sahnede, Coppola özel olarak Michael’ın yüzünü yarı karanlıkta bırakır. Bu, karakterin artık geri dönüşü olmayan bir çizgiyi geçtiğini simgeler. Bu sahnede yüzünün bir yarısı karanlıkta, diğer yarısı ise silik bir ışık altındadır. Bu teknik “chiaroscuro” denen, Rönesans ressamlarının da kullandığı bir ışık-gölge oyunudur.

Son perde: Karanlığın tam ortasında

Filmin sonunda, Michael artık Don olmuştur. Son sahnede eşi Kay’e yalan söylerken yüzü neredeyse tamamen gölgeyle kaplıdır. Coppola ve görüntü yönetmeni Gordon Willis, bu sahnede ışığı özellikle yukarıdan ve yandan vererek göz çukurlarını kararttı. Böylece Michael’ın bakışları “boş”, “karanlık” ve “duygusuz” görünür. Bu, onun artık tamamen mafya lideri haline geldiğini sembolize eder.

Giydiği kıyafetler bile dönüşümü destekler

Michael film boyunca açık tonlu kıyafetlerden koyu renk takım elbiselere geçiş yapar. Özellikle Sicilya dönüşü sonrası tamamen siyah giymeye başlar. Bu değişim, karakterin iç dünyasını kostümle pekiştiren bir sinema ustalığıdır.

Bu detaylar, American Cinematographer dergisiCoppola’nın yönetmenlik notları, ve Willis’in 1981’de yaptığı sinematografi seminerleri gibi profesyonel kaynaklardan edinilmiştir. Ancak Türkiye’de bu dönüşümün görsel şifresi genellikle fark edilmeden geçilir.

7. Gerçek Mafya Filmi Bastı: “Mafia” Kelimesi Senaryodan Nasıl Sildirildi, Hangi Sahne Karşılığında Anlaştılar?

The Godfather filmi çekim aşamasındayken, yalnızca stüdyo baskıları veya oyuncu krizleriyle değil, gerçek mafya tehdidiyle de yüz yüze geldi. Özellikle New York merkezli Colombo Ailesi, filmin yapımına doğrudan müdahale etti — hem de tehdit yoluyla.

Mafya filmin çekilmesini neden istemedi?

1970’lerin başında İtalyan-Amerikan toplumu, medyada kendilerini “suçla özdeşleştiren” her türlü içeriğe karşı hassastı. Özellikle The Godfather gibi bir film, İtalyan-Amerikan vatandaşlarını doğrudan mafya ile eşleştirecekti. Bu durumdan rahatsız olan bazı sivil toplum grupları ve perde arkasında mafya bağlantılı figürler, filmin çekilmemesi için organize oldu.

Ancak asıl tepkiyi veren kişi, Colombo ailesinin lideri Joseph Colombo idi. Aynı zamanda kurduğu Italian-American Civil Rights League üzerinden resmi protestolar organize etti.

Filmin yapımcısı evinde tehdit edildi

Filmin yapımcısı Albert S. Ruddy, bir sabah uyandığında arabasının camının kırıldığını, kapısına mermi kovanı bırakıldığını ve gelen notta şu satırların yazılı olduğunu gördü: “Bu film yapılmayacak. Geri çekil, yoksa sadece camın değil, sen de kırılırsın.”

Bu tehditlerin ardından Paramount geri adım atmak zorunda kaldı. Ancak Ruddy zekice bir yol buldu: gerçek mafya ile masaya oturdu.

Anlaşma: “Mafia” kelimesi senaryodan çıkarılacak

Ruddy ve Coppola, mafya temsilcileriyle gizli bir toplantı yaptı. Masada şartlar çok netti: Senaryoda “mafia” kelimesi bir kez bile geçmeyecek, yalnızca “aile” ya da “iş” gibi üstü kapalı ifadeler kullanılacaktı. Coppola, senaryoyu o gece revize etti ve bu talebi kabul etti. İlginçtir ki, The Godfather filminde “mafia” kelimesi gerçekten bir kez bile geçmez.

Bunun karşılığında Colombo ailesi filme destek vermeyi, hatta bazı figüranların sette yer almasını sağladı. Mafya o kadar memnun kaldı ki, Joseph Colombo’nun adamları filmin galasında bile görünmeye başladılar.

Ancak bu hikâyenin trajik bir sonu oldu: Film vizyona girmeden kısa süre önce, Joseph Colombo bir suikast girişimiyle ağır yaralandı. Bunun da filmle bağlantılı olabileceği iddia edilse de, kesinleşmedi.

Bu olaylar, Mark Seal’in “Leave the Gun, Take the Cannoli” kitabıGQ dergisi röportajları, ve yapımcı Albert S. Ruddy’nin 2009’da The Guardian’a verdiği özel söyleşiyle gün yüzüne çıkmıştır. Türkiye’de bu olay çoğunlukla “kelime çıkarıldı” detayıyla bilinir ama arka plandaki gerçek mafya baskısı ve gizli pazarlıklar genellikle anlatılmaz.

8. Kapanan O Kapı Her Şeyi Anlatıyor: Michael Corleone’nin Son Sahnesi Sinema Tarihine Sessiz Bir Tokat Attı

Görsel: screenrant.com

The Godfather’ın final sahnesi… Michael Corleone, karısı Kay ile konuşur. Kay, ona bir soru sorar: “Carlo’yu sen mi öldürdün, Michael?”
Michael önce hayır der. Kay dışarı çıkar. Ardından Michael’ın ofisine Corleone ailesinin adamları girer. Michael, ayağa kalkar ve elini öptürür. O an Kay içeri bakar ve kapı yavaşça kapanır.
Hepsi bu. Ne kan, ne müzik, ne çığlık…
Ama aslında her şey oradadır.

Bu kapı neden bu kadar önemlidir?

Francis Ford Coppola, bu sahneyle Michael Corleone’nin tam anlamıyla “Don” oluşunu gösterir. Ama bunu, doğrudan söyleyerek değil, görsel metaforla anlatır. Kay’in bakış açısıyla gördüğümüz bu kapanan kapı, artık Michael’ın karanlık dünyasını “ailesinden” gizlediğini ve onu bu dünyanın dışında tutacağını simgeler.

Coppola bu sahneyle ilgili şunu söylemiştir: “Kapı yalnızca bir fiziksel nesne değil. Kay’in hayatla olan bağının kesilmesiydi. O andan sonra Michael, sevgiyle değil, korkuyla hatırlanacaktı.”

Teknik olarak nasıl çekildi?

Kapanan kapı, özel bir mekanizmayla değil, gerçek bir ofis kapısıydı. Çekim sırasında Kay’in yüzündeki duyguyu yakalayabilmek için iki kamera aynı anda çalıştı: biri Michael’a, diğeri Kay’e dönüktü. Kapanan kapının yavaşlığı, sahneye dramatik zaman kazandırdı ve seyircinin zihninde daha derin bir etki yarattı.

Görüntü yönetmeni Gordon Willis, bu sahnede Kay’in yüzünü biraz aydınlıkta, Michael’ı ise loşta tutarak duygusal ayrılığı ışıkla da güçlendirdi. Michael’ın ofisinde sıcak kahverengi tonlar hâkimken, Kay’in bulunduğu yer daha solgun ve griydi. Yani fiziksel olarak farklı odalarda olsalar da, aslında artık farklı dünyalardaydılar.

Seyirciye verilen bilinçaltı mesaj

Bu sahne yalnızca karakterlerin değil, izleyicinin de kırılma noktasıdır. Michael’ı film boyunca anlayan, hatta zaman zaman hak veren izleyici, kapanan o kapıyla birlikte onun artık “geri dönülmez bir çizgiyi aştığını” kabul etmek zorunda kalır.

Ve bu, sinema tarihindeki en sade ama en güçlü final anlarından biridir. Filmin son repliği yoktur. Ama kapanan bir kapı, söylenecek tüm sözlerin yerine geçer.

Bu sahne, Roger EbertPauline Kael ve David Thomson gibi önemli sinema eleştirmenlerinin analizlerinde detaylıca ele alınmış; ancak Türkçe yayınlarda genellikle yalnızca “kapı kapanıyor” şeklinde yüzeysel biçimde geçmiştir.

9. Portakal Ölümün Habercisi: Her Cinayetten Önce Sahneye Neden Turuncu Bir Şey Giriyor?

The Godfather izlerken portakalların sık sık sahnede belirmesi bir tesadüf gibi görünebilir. Ancak dikkatli bir izleyici şunu fark eder: Ne zaman biri ölecek ya da bir felaket yaşanacak olsa, sahnede bir portakal ya da turuncu bir nesne belirir. Bu, Coppola’nın kurduğu simgesel dünyanın bilinçaltımıza işlediği bir tür şifre gibidir.

Gerçekten tesadüf mü?

İlk başta bu portakal kullanımı tesadüfi gibi dursa da, Francis Ford Coppola ve sanat yönetmeni Dean Tavoularis, bu sembolizmin farkındaydılar — hatta kasıtlıydı. Tavoularis, bir röportajda şunları söylüyor: “Portakallar ölümün hemen öncesinde görünüyor. Çünkü renk olarak en çarpıcı, ancak en masum görünen öğe portakaldır. İzleyiciye önden ipucu verir, ama kimse fark etmez.”

İşte filmdeki örneklerden bazıları:

  • Don Vito Corleone, suikasta uğramadan hemen önce bir manavdan portakal alır. Sepete portakalları doldurur, ardından vurulur.
  • Mösyö Woltz’un yatağında at kafasıyla uyanmadan hemen önce, akşam yemeği masasında bir portakal dilimi vardır.
  • Barzini’ye suikast düzenlenmeden önce, kaldırımdaki meyve tezgâhında portakal kasaları vardır.
  • Don’un öldüğü sahnede, torunuyla bahçede portakal kabuklarıyla “canavar maskesi” yaparken kalp krizi geçirir.
  • Carlo Rizzi’nin ölüm sahnesinden önce, Kay ve Michael arasında geçen bir mutfak sahnesinde masada bir portakal mevcuttur.

Portakal neyi simgeliyor?

Renkler sinemada bilinçaltına oynar. Portakalın rengi turuncu, hem canlılık hem de tehlikenin habercisidir. Coppola bu rengi hem İtalyan kültürüne hem de şiddetin “tatlı ve sinsice geldiği” fikrine bağlamıştır. Portakal, aynı zamanda yozlaşmış cenneti, yani Corleone ailesinin dışarıdan bakıldığında güzel ama içeriden çürümüş dünyasını simgeler.

Coppola ne dedi?

Francis Ford Coppola, 1998’de yaptığı bir söyleşide bu konuyla ilgili şöyle der: “Bu küçük simgelerle hikâyenin geleceğini fısıldamak istedik. Portakal hem lezzetli hem de bozulmaya açık bir meyvedir — tıpkı güç gibi.”

Bu detay, Yale Film and Media StudiesBFI (British Film Institute) analizlerinde detaylıca incelenmiş, hatta bazı tezlerde “renk kodlamasıyla ölüm anlatımı” olarak başlı başına bir bölüm ayrılmıştır. Türkiye’de ise genellikle bu sembol yalnızca “ilginç tesadüf” olarak aktarılır; altındaki sinema dili çoğu zaman es geçilir.

10. Marlon Brando Don Vito Olmayacaktı: Coppola’nın Listesindeki Alternatif Tanrılar ve Stüdyonun Zorla Dayattığı İsim

1970 yılında Paramount’un yönetim kurulu toplantısında The Godfather projesi masaya yatırıldığında, Don Vito Corleone karakteri için Marlon Brando kesinlikle istenmeyen adamdı. Çünkü:

  • Brando artık “zor aktör” olarak biliniyordu.
  • Son projelerinde gişe başarıları düşmüştü.
  • Setlerde kriz çıkaran, yönetmenlere meydan okuyan bir figürdü.
  • Ve en önemlisi: “Parası fazla, getirisi az” olarak tanımlanıyordu.

Paramount’un asıl istediği oyuncular

Stüdyo, Don Vito için daha “güvenli” ve “kontrol edilebilir” isimler istiyordu. Listedeki adaylar şunlardı:

  1. Ernest Borgnine – Sert yüzlü, Oscar ödüllü ama yapım maliyeti düşük bir oyuncuydu.
  2. George C. Scott – Patton filmindeki performansıyla yeni parlamıştı, ama rolü reddetti.
  3. Anthony Quinn – “Zorba” karakteriyle popülerdi, ama fazla enerjik bulundu.
  4. Richard Conte – Sonradan Barzini rolünü oynadı, aslen Don için düşünülmüştü.
  5. Orson Welles – Bizzat kendisi başvurdu ama fiziksel olarak fazla gösterişli bulundu.
  6. Frank Sinatra – Rol için kendini önerdi ama hem yaş hem imaj olarak uygun bulunmadı. Üstelik Puzo’nun romanında Johnny Fontane karakterinin Sinatra’dan esinlendiği iddiaları gerginliğe yol açmıştı.

Coppola’nın gizli listesi

Francis Ford Coppola da ilk etapta Brando’yu düşünmemişti. Çünkü Brando’yu yönetmenin ne kadar zor olduğunu biliyordu. Coppola’nın kişisel listesinde şu isimler vardı:

  1. Laurence Olivier – Sahne efsanesiydi. Ama o sırada ağır hastaydı ve projeye sıcak bakmadı.
  2. Raf Vallone – İtalyan kökenliydi ve gerçekçi bir yüz hatları vardı.
  3. Vittorio Gassman – İtalyan sinemasının dev ismiydi, ama İngilizce aksanı sorun olurdu.
  4. Jean Gabin – Fransız mafya karakterleriyle özdeşleşmişti, ama Amerikan pazarına uzak kaldı.

Coppola bu listelerde çokça dolaşsa da, içten içe Brando’nun bu rol için “tek kişi” olduğunu hissediyordu. Ama Brando’yu Paramount’a kabul ettirmek neredeyse imkânsızdı. Sonunda şu şartlar dayatıldı:

  1. Brando kesinlikle ücret almayacaktı – sadece filmin gelirinden pay alabilecekti.
  2. Bir test çekimi yapacaktı – rol doğrudan verilmeyecekti.
  3. Brando asla seti sabote etmeyecek, yazılı bir disiplin sözleşmesi imzalayacaktı.

Test çekimi: Efsanenin doğduğu an

Brando, test çekimlerine geldiğinde evinde saçlarını geriye tarayıp, eski bir köpek çene protezini ağzına yerleştirip videoya kaydedildi. Konuşması değişti, yüz ifadesi asıklaştı, karakter donuk ama tehditkar hale geldi. Francis Ford Coppola bu kayıtları stüdyoya götürdüğünde tek bir cümle kurdu:

“Bu adam başka biri oldu. Artık Brando değil, Don Vito Corleone.”

Stüdyo çaresiz kabul etti. Geriye sadece sinema tarihinin en ikonik karakter performansı kalmıştı.

Bu bilgi, Peter Biskind’in “Easy Riders, Raging Bulls” kitabıThe Godfather Legacy belgeseli, ve Francis Ford Coppola’nın kişisel yönetmenlik notlarında geçen detaylara dayanmaktadır. Türkiye’de bu oyuncu listelerinin çoğu ya hiç yayımlanmamış ya da yalnızca birkaç isimle sınırlı biçimde geçmiştir.

Sonuç: Baba’nın Gölgesinde Saklı Gerçekler – Kurgu ile Gerçeğin İç İçe Geçtiği Sinema Mucizesi

The Godfather yalnızca bir film değildir. O, sinema tarihinin en sofistike anlatılarından biri, kelimelerin ötesine geçen görsel bir roman ve aynı zamanda gerçek hayatla kurgu arasında ince bir çizgide yürüyen bir başyapıttır.

Bu yazıda ortaya koyduğumuz gibi, perde arkasında yaşananlar filmdeki entrikalardan hiç de geri kalmaz:

  • Gerçek mafyanın sette cirit atmasından, figüran olarak oynayan tetikçiye…
  • Portakal gibi masum bir meyvenin her ölüm sahnesinde sinsice karşımıza çıkmasından, ışıkla karakter dönüşümünün yazılmasına…
  • Stüdyonun istemediği Brando’nun sinema tarihini baştan yazmasına kadar…

Her detay, Coppola’nın dehasının, Mario Puzo’nun sezgisel hayal gücünün ve zamanın ruhunu yakalayan bir yapım ekibinin eseri.

Bu film, yalnızca iyi oyunculuk ya da iyi hikâye anlatımıyla değil — aynı zamanda metaforlarla, sembollerle, görsel matematikle ve riskle inşa edilmiştir. Brando’nun çenesindeki plastikten başlayan bu yolculuk, kapanan bir kapıyla tarihe kazınır.

Bugün The Godfather, hâlâ yüzlerce kez izlenen, analiz edilen, tartışılan bir yapıt olmayı sürdürüyorsa, bunun sebebi yalnızca hikâyesi değil; bu hikâyenin arkasındaki anlatılmamış hikâyelerdir.

Çünkü bazen bir film, yalnızca izlenmek için değil; keşfedilmek için yapılır.

İlginizi çekebilir:

Kaynak

BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.

Gelisiyorum.com | Görsel Eğitim Akademisi!