Tutarlı Davranmak Neden Çok Zor?
Hepimiz ailemizde ve okulda sözlerimizin arkasında durmanın, vaat ettiğimiz gibi davranmanın bir erdem olduğunu öğrendik. Sözleri ve davranışları tutarlı bir insan olmak gerektiği öğütleriyle büyüdük.
Bir kişinin söylediği gibi davranması, içinin dışının bir olması, bütün ahlâk öğretileri ve bütün dinler tarafından yüceltilen bir özelliktir.
Fakat sözleriyle davranışları tutarlı bir insan olmak kolay değildir. Çocukluktan başlayarak, girdiğimiz bütün çevrelerde bizden tutarlı olmamız beklenirken, hayatta çok az insan tutarlı davranır.
Ayrıca, özü sözü bir olmak her zaman işe yaramaz hatta aksine bazı durumlarda geri bile tepebilir. Bazı durumlarda içi dışı bir olmak risklidir. Hayatta öyle durumlar vardır ki insan içindekini söylediği, düşündüğü gibi davrandığı zaman başı belaya girer.
Liderler -özellikle doğu kültürlerinde- çalışanlarının güvenini ve saygısını kazanmak için onlarla kendileri arasına bir mesafe koymak ihtiyacı duyarlar. Bu nedenle isteseler bile açık yürekli davranamazlar. “İçinde bulunduğumuz durumdan çok endişeliyim, doğrusunu söylemek gerekirse çok korkuyorum.” diyen bir lider, insanda saygı uyandırmaz. Durum gerçekten korkutucu bile olsa, bir liderden korkularını dışa yansıtmasını değil, kendine olan güvenini ifade etmesini isteriz. Biz liderlerden özgün olmalarını, içten davranmalarını isteriz ama endişelerini paylaşan, korkularını dile getiren liderler görmek istemeyiz.
Toplum hem bireylerden hem de liderlerden açık ve tutarlı olmalarını bekler ama çoğu zaman bu açıklığı kabul etmez.
Çoğu liderin ve siyasetçinin gelecek vaatlerini abartılı bulsak da bu tür vaatler duymaktan hoşlanırız. İnsanlardan açık sözlü ve tutarlı olmalarını beklesek de, sadece yapabileceklerini söyleyen liderleri çoğumuz, vizyonu olmayan, vasat hatta yetersiz buluruz. İnsanlar, sadece gerçekleri söyleyen liderlerden motive olmazlar, onlardan ilham almazlar.
Yine benzer bir şekilde, bir iş başvurusunda çoğu insan yapabileceklerinin de üzerinde vaatlerde bulunur. Çoğu insan, vaat ettiğinin daha azını gerçekleştirir. Ama sadece yapacaklarını söyleyen insanlar da zayıf hatta yetersiz oldukları algısı uyandırırlar.
Abartmak, olduğundan daha iyi göstermek iletişimin, özellikle de reklamların DNA’sında var. Arkadaşlarımızın, eşimizin, yakınlarımızın başlarından geçen olayları anlatırken, kendilerini tutamayıp abartmaları bu yüzdendir.
Diğer taraftan insanın geleceğe ait düşüncelerinin pek çoğu abartılıdır. Bundan en çok sıkıntı duyanlar, pazar ve kamuoyu araştırmacılarıdır. İnsanlar pazar araştırmalarında ya da kamuoyu araştırmalarında kendileri sorulan sorulara verdikleri cevaplar gibi davranmazlar. Bir kadın çok istese de, “Mutlaka satın alırım.” dediği bir kozmetik ürününü satın alamayabilir. Bir adam, “Bundan sonraki arabam, büyük motorlu bir araba olacak.” dese de bunu yapacak imkanlara sahip olamayabilir. İnsanların davranışları çoğu durumda araştırmalarının öngördüğünden farklı çıkar.
Açık ve şeffaf olmak, içi dışı bir olmak her zaman gerçekçi de olmayabilir. İnsanın değer yargılarıyla içinde bulunduğu ortamın değerlerinin uyuşmadığı durumlarda bir insanın düşüncesini açıklaması riskli de olabilir. Kendi duruşunu, görüşünü ve planlarını açıkça anlatan insanlar, bazı ortamlarda kendilerini tehditlere ve saldırılara da açık hale getirirler.
İnsanın düşüncelerini olduğu gibi dışa vurması, yabancı bir kültürde büyük yanlış anlaşılmalara neden olabilir. Bizim kültürümüzde iyi ve doğru olan bir davranış, yabancı bir kültürde yetişmiş bir insan için çok yersiz hatta kaba bulunabilir. Bir çevrenin uygun bulduğu davranış, başka bir çevrede sergilendiğinde bir kabahat haline gelebilir.
Her ne kadar söylediği gibi davranmak bir erdem olsa da pek çok insan bu standardı her zaman tutturamaz. Bu nedenle bir insanın dediğini yapamaması her zaman onun karakterinin zayıf olduğu anlamına gelmez; karakter bütünlüğüne sahip olan insanlar bile bazı durumlarda söylediklerini yapamazlar.
Sosyal bilimciler, bir insanın söylediği gibi davranamamasının nedeninin, içinde bulunduğu ortamdan kaynaklandığını söylerler. Hepimiz kendimize özgü bir kişilik geliştirmek istesek de, içine girdiğimiz ortam, sahip olduğumuz kişiliği esnetir. Kendilerine çok güvenen insanlar bile, bazı sosyal çevrelerde, bazı ortamlarda kendileri gibi olmakta zorlanırlar.
İçine girdiği sosyal grubun inanç ve değerleri insanın kendi fikirlerini ifade etmesine engel olabilir. İnsan böyle durumlarda inandığı gibi davranamayabilir; içinde bulunduğu gurubun değerlerinden etkilenir.
Sosyal bilimciler pek çok durumda insanın kendi düşüncelerine bağlı kalmak yerine, içinde bulunduğu ortama en iyi uyum sağlayacak düşünceleri benimsediğini ve davranışlarını grubun değerlerine göre uyarladığını söylüyorlar. Genel kural olarak, insanın düşünceleri içinde bulunduğu ortamın baskısına yenik düşer ve davranışları bu ortamın değerlerine uyum göstermeye başlar. İnsan kendi özüne sadık kalmakta zorlanır. Önceden hangi düşünceleri dile getirmiş, ne söylemiş olursa olsun, bunların arkasında duramayabilir. Bu da insanın “tutarsız” davrandığı sonucunu ortaya çıkarır.
Sadece ortam değil, insanın hayatta karşı karşıya kaldığı durumlar da onu tutarsızlığa sürükleyebilir. Çevre konularına çok duyarlı, çevreyi korumaya yönelik birçok eyleme imza atmış bir insan, anne olduktan sonra çocuğunun sağlığı için, daha çok su ve daha çok deterjan tüketen bir davranış sergileyip çevreciliğini ikinci plana itebilir.
Sosyal psikologlar, bir vaatte bulunan ya da çok ateşli bir şekilde bir inancı savunan insanların söyledikleri gibi davranabilmeleri için, aynı sosyal çevrede ve aynı hayat evresinde olmaları gerektiğini söylerler. İnsanın içinde bulunduğu şartlar ve çevresindeki insanlar değişince daha önce dile getirmiş olduğu düşüncelerden sapması ihtimali artar.
Çevre baskısı ya da insanın içine girdiği hayat evresi, insanın kendisi gibi olmasını engelleyebilir. Buna karşın kendine güveni tam ve güçlü karakterli insanlar içine girdiği çevrelerin değerlerine rağmen oldukları gibi davranma konusunda daha güçlü bir duruş sergileyebilirler.
Söylediği ve inandığı gibi davranmak ciddi bir içsel disiplin ve güçlü bir karakter bütünlüğü gerektirir. İnsanın özünde inandığı, kalben bağlı olduğu esasları hayatının her anına yansıtması bir bilinç ve farkındalık konusudur.
Tutarlı olmak, içi dışı bir olmak hem her insanın sahip olmak istediği bir erdem hem de insanı en çok zorlayan konuların başında gelir. Bazen çok dürüst insanlar bile yapacaklarından fazlasını vaat etmek zorunda kalabilir, bazı durumlarda sahip oldukları inançlar doğrultusunda davranamayabilirler. Ama yine de her girdiği kalıbın şeklini alan kemiksiz bir insan olmakla karakterli bir insan olmak arasında herkesin bildiği ve anladığı bir fark vardır. Karakter bütünlüğü olan insanlar, koşullara göre esneseler de özlerini korurlar.
Karakterli olmak insanın doğuştan sahip olduğu bir özellik değildir. İnsan kendi karakterini her gün yaptığı seçimlerle, aldığı kararlarla, olaylar karşısında aldığı tavırlarla oluşturur. Karakter, insanın sahip olduğu değerleri, her günkü tercihleriyle hayata yansıtmasıdır.
İnsan, Goethe’nin dediği gibi, kendi karakterini kendi etinden ve kemiğinden kendi elleriyle inşa eder.
Kaynak: temelaksoy.com