
Uyum ile aidiyet arasındaki keskin sınır: Varoluşun özü
Aidiyet…
Nedir senin için?
Bir yere tüm benliğinle kök salmak mı?
Yoksa ait olduğun inancı ile içten içe solmak mı?
Her gün bir kalıba sığmaya çalışırken, kendinden bir parçayı daha yitirmek mi?
Ya da varoluşunun kanıtı mı?
Bazen herkes ortamın akışına uyum sağlamışken, sen bir anda durursun.
İçinden bir ses şunu hatırlatır: “Ben burada kendim olamıyorum. Kendime ait hiçbir şeyi yaşatamıyorum.”
Çünkü bulunduğun yerde var olabilmek için onlar gibi davranmak zorundasındır.
Onlar aynı frekansta; birbirlerine rol biçseler bile hep eşlik ederler.
Ama sen… Uyum sağladıkça kendine yabancılaşmaya başlarsın.
Aidiyet ve uyum arasındaki ince çizgi
Kendi merkezine uyumlanmış biri, her gruba sığmak zorunda olmadığını bilir.
Zorla uyum sağlamaya çalışmak, ait olmadığın gerçeğini anlatır.
Kendine yapabileceğin en büyük haksızlık, o kalıba girmek için özünden, ışığından ve derinliğinden vazgeçmektir.
Ruhun daha yüksek bir plana aitse, bunu hissedersin.
Ve her geçen gün, kendini sıkıştırdığın bu ortamda eksik hissetmeye başlarsın.
Bu his uzadıkça aynadaki yansımana öfke duyarsın.
O öfkenin asıl sebebi, ruhunun planına uyumsuz frekansı çalıştırmaktır…
“Uyum sağlamak zorunda olduğumuz her yerde, kendi doğamızı feda ederiz.” -Carl Jung
Gerçek uyum ve varlık bilinci
Aidiyet duygusunu yanlış yerlerde arayarak kendine haksızlık edebilirsin.
Ama içinde bildiğin bir potansiyel buna izin vermez.
Eğer yaşamda bir misyonun olduğunu hissediyorsan, bu bir gerçektir.
Ve belki de…
Henüz ait hissedeceğin yerleri, kendi gibi hisseden insanları tanımadın.
Aradığın hissin tanımını bile keşfetmeyen insanlar ruhunun dilinden anlamayacak…
Varlığını kanıtlamak için uyum sağlamak zorunda değilsin.
Tüm tamamlanmışlıklar önce içeride başlar.
Varoluşunu hissetmek, önce senin içinde filizlenmeli; kendinle bütünleşmelisin.
Evet, tam kalbinde; merkezde!
Vizyon, farklılık ve ruhsal güç
Vizyon; dış görünüş, maddi durum ya da eğitim değildir.
Hayata bakış açındır. Kendini bu yaşamın neresine konumlandırdığındır.
Hayatın amacını hiç sorgulamamış biri, seni kendi küçük dünyasına çekmeye çalışabilir.
Ve sen, bu insanlara tutunmakta ısrar edersen, sonunda gösterdiğin tevazu ve uyum, onların seni “eşit” görmesine neden olur.
Çünkü bazıları seninle birlikte yükselmek değil, seni kendi seviyelerine indirerek kendilerini yeterli hissetmek ister.
Ama o boşluk…
Asla böyle dolmaz.
Hep başkalarının ışığını kısmaya çalışarak doldurulmak istenir.
İşte tam da bu yüzden;
Kimsenin dar görüşlü dünyasına sığmak zorunda değilsin.
Eğer onlar kendi kabuklarında sıkışıp kaldıysa, Senin ışığın onlara ilham olabilir.
Belki seninle birlikte kendi ışıklarını yakabilirler ya da ışığının parlaklığı gözlerini kamaştırır ve seni göremeyecek kadar körleşirler.
Kendine sadık kalmanın gücü
Ve sen, sonunda fark edersin:
Kalabalığa uyum sağlamak, aidiyet değildir.
Kendinde var olan ışığı başkalarının rahatı için kısmak zorunda değilsin.
Gerçek tevazu; özüne sadık kalmak ve ışığını olduğu gibi ortaya koymaktır.
Bu farkındalıkla yaşanan güven,
sığabilmek için gösterilen çabadan çok daha derin bir tat bırakır.
Seçim senin
Her insan vizyonunu kendi belirler.
Ama bazıları henüz bu bilince ulaşamaz.
Çünkü ya zihinlerinde dönen negatif sesleri gerçek sanarlar ya da nesilden nesle aktarılan kalıpları giyer, kurban rolünde kalırlar.
Ama bir de kendi yaratım gücünü keşfedenler vardır.
Ve işte onlar, sihri başlatanlardır.
Çünkü sihir; yaşadığın travmalara, acı deneyimlere yenik düşmek değil; onları dönüştürerek kendi imzanı ortaya koyabilmektir.
İşte bu yüzden, kimse kimsenin küçücük sandığı dünyasına sığmak zorunda değil.
Sen ne kadar yükselmek istersen, o kadar yol alırsın.
Kendine dönmeye ne kadar zaman ayırırsan, o kadar yeterli ve bütün hissedersin.
Ve her alaşağı edilişte, kendini ve değerini sorgulamak yerine,
karşındakinin sana bakarken aslında kendi iç değer ölçüsünü yansıttığını fark edersin.
Kendini ait hissettiğin bir yer, seni olduğun gibi seven ve kabul eden yerdir.
Kendin olmanın eşsiz hazzını yaşayabilmen dileğiyle…
İlginizi çekebilir: Savaş, kaç, don ya da dinlen, sindir, hisset: Travmanın bilgeliği