
Vazgeçtim, aynı kapıyı tırnaklarımla yontmaktan
Vazgeçtim.
Aynı kapıyı tırnaklarımla yontmaktan, koca dağlara tekrar tekrar tırmanıp aşağı düşmekten vazgeçtim. Yoruldum diyemem, bana kalsa bin kez daha aynı yolu başka şekillerde tırmanır, imkansızı imkanlı hale getirmek için Ferhat olurdum. Yonta yonta, önüme dikilen Çin Seddi’nden bedenime uygun bir delikçik açıp içeriye sızardım. Hatta belki kendimi öyle bir hale getirirdim ki, buhar olup duvardan geçerdim, yine de vazgeçmezdim.
Senden vazgeçmezdim.
Ama bu işin doğrusu; kendimi sana gösterme çabamdan vazgeçmezdim.
Kendimi sana sevdirme inadımdan vazgeçmezdim.
Senin benden vazgeçtiğin gibi, ben senden vazgeçmezdim “baba”…
Senden vazgeçmeyerek senin özlediğin baban oldum, ama bu sefer öksüz kalan çocuk bendim..
Bugün şu noktada, vazgeçtim.
Bir gözüm arkada, kalbimde burukluk, kollarımda büyük bir boşlukla… Hatta bundan sonra ne yapacağını bilemeyen halimle, hedefsiz yürüyorum.
Delindikçe kalınlaşan duvarların, tırmanıldıkça yükselen dağların karşısında yetmeyenin ben olduğumu sandığım bir ömür…
Diğerlerinin arzularına, günden güne değişen korkularına, cesaretsizliklerine, fesat karşılaştırmalarına sebep olanın benim “uyumsuzluğum” olduğunu sanıp, kendimi budaya budaya çiçeksiz, yapraksız, çekingen olduğuma ikna ettiğim bir ömür…
Vazgeçtim.
Sevmeyin beni. Onaylamayın.
Görmemiş olayım içinizde ağlayan çocuğu, ben de sınır bileyim; herkes kendi çocuğuna kendi baksın. Elimde emzik, her ağlayan bebeye koşmayayım. Anası, babası, hatta asıl yetişkinliği koşsun, baksın..
Ben sana değil de, içeridekine, kırgın çocukluğuna erişmek için eğiliyorum. Göz göze geldiğim yavrudan ayrışmamak için yaptığım kambur, seni yüceltmek için eğildiğim bir reverans değil.
Bırak seni, ben bile unutmuşum sebebini…
“Efendim…”
Seni üzerime çıkaranın ben olduğumu fark ettiğimden beri, doğrulamıyorum.
Senin bir suçun yok, eğilen benim, ya düşersen?
Her şeyi doğru yapmaktan da vazgeçtim sonra.
Her eğilenin kamburuna tüneyen mi doğru?
Doğrularak kamburundakine yavaşça yeryüzünü tanıtan mı doğru?
Kim doğru?
Bu sefer, bu sorunun cevabını duymaktan da vazgeçtim.
Cevaplardan yeni umutlar türeten, diğerinin değişen ruh durumuna göre kendini değiştirip “bu sefer de şöyle bir anahtar olayım” diyen halime bakarak, hani savaşmayı yaşamın kutsallığı diye kendine inandırmış o “paralı askeri”, orada bıraktım.
Savunacak bir kalem yok, askere de ihtiyacım yok.
Duyguları donmuş olanların kapısında dilenci olmaktan vazgeçtim.
Duygu diye düşüncelerini şiirleştirip melankolide kavrulanların, derinlik diye kabuklarını parlatanların sıradanlaştırdığı insanlığı küçümsemekten de vazgeçtim.
Kapında ağlamayacağım baba.
Çünkü şu an seni kurtarmaktan da vazgeçtim.
Bundan sebep, kendime ebeveyn aramaktan vazgeçtim!
İlginizi çekebilir: İki ben, iki at, bir duvar