
Yapay Zekâ ve Robotikte Küresel Perspektif
Ütopyana Dokun’un yazılma süreci, aslında birikimlerim ve öğrencilerle yaptığım seminerler sırasında ortaya çıkan soruların, düşüncelerin ve hikâyelerin doğal bir yansımasıydı. Bu seminerlerde öğrenciler başarı hikâyelerini merak eder, geçmişte yapılan hatalardan çıkarılacak derslere, unutulan değerlere ve geleceğe dair umutlara dair sorular sorardı. Bu geri dönüşler beni derinden etkiledi ve konuları bir başlık altında toplama fikrini doğurdu.
Aynı zamanda edebiyata olan ilgim ve şiire olan tutkum da kitabın oluşumunda büyük rol oynadı. Şiirlerim ve kalıcı sözlerimle insanlara ilham verebilmek, onları düşünmeye sevk edebilmek her zaman önceliklerimden biri oldu. Bu doğrultuda, gelen teklifleri değerlendirerek bu fikirleri bir kitapta toplamanın hem geçmişin değerlerini anmak hem de geleceğe anlamlı bir miras bırakmak için doğru bir adım olacağına karar verdim.
Kitabın temel mesajı, geçmişin hatalarından ders çıkararak, unutulan değerleri tekrar hatırlatarak ve bireylere kendi ütopyalarını keşfetmeleri için ilham vererek bir yolculuk sunmak. Her birimizin kendi ütopyasını bulabileceğine ve bu hayal dünyasını gerçek kılacak güce sahip olduğuna inanıyorum. Ütopyana Dokun, işte tam da bu inançtan doğdu.
-Akdeniz Bilişim Zirvesi’ndeki sunumunuz oldukça ilgi çekti. Bu etkinlikte öne çıkarmak istediğiniz ana mesaj neydi?
Sunumumda, insanlık tarihinin en temel buluşlarından biri olan tekerleğin icadıyla başlayan bir dönüşümü ele aldım. Bu icat, yalnızca bir taşıma aracı değil, aynı zamanda ticaret ve iletişim gibi birçok alanda insanlık için yepyeni ufuklar açan bir dönüm noktasıydı. Ardından, takas sistemiyle başlayan alışverişin zamanla paranın icadıyla kurumsallaşması ve günümüzde blockchain teknolojisiyle tamamen dijitalleşmeye yönelmesi, teknolojinin toplumlar üzerindeki dönüştürücü gücünü gösteren önemli bir örnek.
Bu dönüşüm, yalnızca ekonomik yapıları değil, toplumsal düzeni de şekillendirdi. Magna Carta, Fransız İhtilali, hatta Spartaküs İsyanı gibi olaylar, insan hakları ve toplumsal eşitlik mücadelesinde önemli adımlar atılmasını sağladı. Endüstri Devrimi sonrasında ise teknoloji, tüm bu toplumsal dönüşümlerin merkezine yerleşti. Sanayi sonrası dönemde, makinelerin yerini alan dijital teknolojiler, insanlığı hiç olmadığı kadar hızlı bir ilerleme sürecine soktu.
Ancak burada bir paradoks da var. Toplumlar yönünü hızla teknolojiye çevirirken, Türkiye’de geçmişte siyasi ve bürokratik sebeplerden dolayı teknoloji girişimcilerinin karşısına setler çekildi. Bu durum, yerel yenilikçi fikirlerin hayata geçmesini ve küresel arenada rekabet gücü yaratmasını ne yazık ki geciktirdi.
Bu bağlamda, sunumumun ana mesajı şuydu: İnsanlık tarihinden aldığımız ilhamla geleceğe yön vermeliyiz. Teknoloji yalnızca bir araç değil, toplumları dönüştüren bir güçtür. Ancak bu gücü kullanırken adalet, etik ve sürdürülebilirlik ilkelerini unutmamalıyız. Teknolojiyi izleyen değil, üreten ve yön veren bir toplum olmamız gerekiyor. Çünkü tarih bize, değişimi yaratanların kazanan taraf olduğunu açıkça gösteriyor.