
Yine bir Anneler Günü ve en sevdiğim
Birkaç hafta önce babalar ile ilgili bir yazı yazmıştım, tam da babamın ölüm yıldönümünde…
Bu yazımın yayınlandığı gün ise, Anneler Günü’nden yalnızca birkaç gün önce.
Ay ne çok severim Anneler, Babalar Günü’nü, bayramları ve tüm o mutlu aile paylaşımlarını, ne siz sorun ne ben söyleyeyim.
En son 5 sene önce Anneler Günü yazısı yazmışım. O zamandan bu zamana birçok yazımda canım anneciğimden bahsettiğim olmuştu elbette. Bugün de Anneler Günü ile ilgili, annelere özel bir yazı yazmaktı aslında aklımdaki ama bu satırları yazmaya başlamamla birlikte fikrim değişti. Bugünkü yazımda benim için dünyadaki en özel kişiyi paylaşmak istiyorum. 7 yıl önce kaybettiğimiz annemden bahsedeceğim bugün sizlere. Anneler Günü’nü onun anılarıyla, onun başarılarıyla, onun maceralarıyla kutlayayım bu yıl. Ne dersiniz? Güçlü bir kadının hayatını, kısa da olsa, dinlemek ister misiniz?
Annem Kıbrıs’ta Aysezomeno isimli, şu an Kıbrıs Cumhuriyeti (Türkiye’nin deyimiyle Kıbrıs Rum Kesimi) sınırları içerisinde yer alan bir köyde dünyaya gelmiş. 7 evlatlı bir ailenin 6. çocuğuydu annem, dedem ise köyün muhtarı ve en varlıklı kişilerindenmiş. Tabii o zamanlar evlatlar Kıbrıs dışına gönderiliyorlar üniversite için.
Bir de şöyle bir detay hatırlıyorum çocukluğumdan; dedem ailesinin tek çocuğu olduğu için, ailesi üniversiteye (o zamanlar İngiltere’ye gönderiliyorlarmış) göndermek istememiş. Tabii bahsettiğimiz yıllar 1920’ler ya da 30’lu yıllar…
Ve rivayet o ya, dedem de bunun üzerine ‘Ben bütün çocuklarımı okutacağım.’ demiş.
Gerçekten de onun gibi bir şey olmuş aslında. 2. çocuğuna, yani büyük teyzeme o imkanı verememiş savaş dönemi olduğu için. Ama onun dışında okumayı isteyen bütün çocuklarını okutmuş ve hepsi de oldukça başarılı insanlar olmuş…
Neyse konumuz annemdi, değil mi? Yani Emoş’um. Annemin adı Emel bu arada, biz ona Emoş derdik…
Emoş 1960’lı yılların sonunda İstanbul’a geliyor ve abisi Fuat Fegan aracılığıyla 68 kuşağı gençleri arasında yer alıyor. Gözünün önünde ölen arkadaşları mı dersiniz, birkaç gün kodeste kalması mı dersiniz, kendi nikahından çıkıp arkadaşlarının cenazesine gitmesi mi dersiniz…
Savaş görmüş, 10’lu yaşlarında askerler tarafından kaçırılmış, evinden yurdundan olmuş bu kadın için çocukluğundan beri yaşadığı onca şeyden hangisi daha zordu bilemiyorum doğrusu…
Annem istememesine rağmen, abisinin ve yengesinin engin görüşlerini dinleyip tıp okuyor, çocukları da sevdiği için çocuk doktoru oluyor.
Emoş nasıl bir doktordu biliyor musunuz? Doktoru olduğu çocukları büyütüp, evlendirip, onların çocuklarına bakan bir doktordu. Hastalığı başladıktan sonra bile, hastalarının anneleri ‘Ama çocuğum başka doktor değil, annenizi istiyor.’ diye bizimle iletişim kurmuş anaların babaların çocuklarını iyileştirmiş bir doktordu. Emoş belki de ‘dünyanın’ en sevilen çocuk doktorlarından biriydi.
Sadece mesleğinde değil aslında, nasıldı bilmiyorum ama bizim ailemizin (sülalemizin) de başrol oyuncusuydu sanki annem. Annem gençlere de, ailelere de, gelinlere de, damatlara da, evlatlara da, eşlere de ilham veren bir kadın olmuştu hep.
Elbette dahası var. Annem aynı zamanda benim en yakın arkadaşımdı da.
Vardır ya hani ennnnn yakın arkadaşınız, onunla deli gibi didişirsiniz, bazen birbirinize o kadar tahammülsüz kalırsınız ki, sanki bir daha görmek bile istemezsiniz, ama bilirsiniz ki o kişi sizin ‘en değerlinizdir’, onsuz bir hayat düşünemezsiniz. İşte Emoş ile benim böyleydi hayatımız. Hem birbirimizin en yakın arkadaşı, hem de en fazla kavga ettiği kişi. Ne saçma değil mi?
Aslında annemin bana yalnızca anne olarak değil, bir dost olarak, bir doktor olarak ve bir ilham perisi olarak da çok öğütleri olmuştu.
Biliyor musunuz, ben annemle zamanında çok kavga ettim, ama inanın her kavgamız güzel sözlerle, kalp okşamalarla, öpüşüp koklaşmalarla sonlandırılmıştı. Hani vardır ya evlatlar, ısrarla kafasının dikine gider, aileleri de yalnızca onların iyiliği için çaba sarf eder. İşte bizde de böyleydi. Emoş ne kadar iyiliğim ve geleceğim için uğraşmış olsa da, ben onu çoğu zaman dinlemedim ve benim hayatım için daha iyi olabilme ihtimali olan şeylerin neredeyse hepsini reddettim. Bakıyorum da şimdi hayatıma, aslında pişmanlıklarımın çoğu Emoş’u dinlemediğim konuların doğrultusunda gelişmiş hep.
Ama bu bahsettiğimiz kadın için normal bir anne demek doğru olmazdı doğrusu. Kızından daha ileri ve açık görüşlü, daha canlı, daha heyecanlı, daha sosyal, daha alımlı, daha bakımlı bir anne olabilir mi sizce? Mümkün değil gibi gelse de öyleydi işte…
Emoş İstanbul’da bütün gün doktorluk yaparak, yalnız başına, ailesinden uzak bir şekilde iki evlat büyütmüştü. Birçok arkadaşı bizler için pırlanta gibi gençler diye bahsederdi. Elbette ne abim ne ben mükemmel değiliz, zaten kimse mükemmel olamaz, öyle değil mi? Ama her ikimize de baktığınızda sevgi dolu, saygılı, empati yeteneği yüksek, başkalarının iyiliğini istemekle kalmayıp bunun için çaba sarf eden iyi insanlar, iyi dostlar, iyi evlatlar olduk hep.
Çünkü hayat arkadaşı, yani Ercan abim, aramıza katılana kadar babasız bir evde büyümüş olsak da, Emoş bize her iki ebeveyn sevgisinin fazlasını vermişti, gerek çocukluğumuzda, gerek ergenliğimizde, gerekse gençlik yıllarımızda.
Çevremizde açık ara en sevilen, en özenilen anneydi Emoşumuz. Herkes hayrandı kendisine. Çocukluğundan beri birçok acı yaşamış olan bu kadının bu kadar güçlü olmasının sebebi neydi hiç anlayamadım doğrusu. Doğru tabirle, hükümet gibi kadındı anneciğim.
Annemin hastalığı döneminde sevgili abim bir gün ‘Başka hastalık yokmuş gibi geldi bu hastalık buldu annemi.’ demişti. Aslında olay tam da buydu ya, tıpkı bunun üstüne birisinin abime verdiği cevap gibi, kendine o kadar iyi bakıyordu ki, başka hastalık bulmazdı zaten, ancak böyle bir hastalığa yakalanabilirdi.
O kadar güçlü bir kişilikten bahsediyorum ki, yakalanacağı her hastalıkla savaşabilecek ve o hastalığı yerle bir edecek biriydi bizim anneciğimiz.
Kasım ayındaki bir yazımı hazırlamadan önce annemden bahsedeceğimi söylediğimde, çok sevdiğim bir dostum, konu annense sayfalar doldurursun sen demişti. Doğruydu aslında. İçimden gelen, Emoşum için kitaplar yazmak olsa da, kimi zaman sözcükler tıkanır ya, hele de böyle bir günde. Anneler gününe yalnızca birkaç gün kala…
Derler ya hani ‘Bir daha dünyaya gelsem, yine seçerdim.’ ben mi onu seçtim, o mu beni seçti, yoksa çok mu şanslıydık bilmiyorum ama iyi ki sendin be Emoşum. İyi ki sen!
Anacıklarımızın değerini bildiğimiz, onları yalnızca Mayıs ayının 2. Pazarında değil her gün sevdiğimiz, onların üzülmediği bir dünya dileğiyle.
Tüm annelerin ve anne adaylarının Anneler Günü kutlu olsun!
İlginizi çekebilir: Bizi yaralayan ve hafızamıza kazınan aşklara neden tutuluyoruz?